Çanakkale’de yaşananlar, sadece kuru bir “savaş” kelimesiyle açıklanamaz. Orada yaşananlara ancak bir milletin “şahlanışı” denilebilir. Osmanlı torunu yiğit Mehmetçikler, yüreklerindeki iman gücüyle dünyanın “Süper Güçler”ine meydan okumuşlardır.
Hz. Ali’nin, Hayber Kalesi’nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı…
O şahlanışla 276 kiloyu sırtlanmıştı Müctecip Onbaşı…
O şahlanışın tesiriyle bir denizaltıyı, periskopundan, hem de top atışıyla yakalamıştı.
Çanakkale’de mektepli mücahitler de vardı. “İstanbul elden giderse aldığımız eğitimin ne önemi var.” diyerek cepheye koşmuşlardı; pek çoğu da geri dönmemişti. Eli kalem ve kitap tutmaya alışmış binlerce delikanlı, kan ve ateş içinde şehadet şerbetini içmişti.
İngiliz ve Fransızlar tarafından kandırılan Müslüman esirleri kime karşı savaştıkları konusunda bilgilendirmek için Almanya’ya gönderilmişti Mehmet Akif… Ve bu muhteşem zaferi şiirleriyle abideleştirmişti.
Şehit anaları oğullarını “Ya şehit ol, ya gazi; yeter ki bu vatana düşman ayak basmasın” diye göndermişti cepheye…
Kahraman hanımlar da eşlerini cepheye bizzat kendileri uğurlamış, şehadet haberleri geldiğinde de acıyı kalplerine gömmüş, her öğün bir tabak da onlar için indirip kaldırmışlar sofraya…
Zaferi kazandıran yiğitler kadar analar da destanlar yazmıştı Çanakkale’de…
Çanakkale destanı, kanla ve gözyaşıyla yazılmıştı.
Çanakkale; altı asır üç kıtaya hükmeden şanlı Osmanlının son zaferi ve İstiklal harbimizin habercisi…
“Yedi Düvel”in “hasta adam” dedikleri Osmanlıya son darbeyi vurmak isterken kazdıkları kuyuya düştükleri yer…
İki yüzelli bini aşkın şehidin kanıyla sulanan vatan toprağı…
Cenab-ı Hakkın (c.c.) inayetiyle, Hz. Peygamberin (a.s.m.) ruhaniyetiyle hazır bulunduğu, Allah ve Peygamber aşkıyla gözünü kırpmadan, korkusuzca düşmana karşı koyan Mehmetçiğin tarih yazdığı altın sayfa…
Düşmanın dahi kahramanlığını, insanlığını övdüğü Mehmetçiğin yazdığı bir destan Çanakkale…
Aslında Çanakkale Zaferi için ne söylense az…
Vehbi Vakkasoğlu
Hz. Ali’nin, Hayber Kalesi’nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı…
O şahlanışla 276 kiloyu sırtlanmıştı Müctecip Onbaşı…
O şahlanışın tesiriyle bir denizaltıyı, periskopundan, hem de top atışıyla yakalamıştı.
Çanakkale’de mektepli mücahitler de vardı. “İstanbul elden giderse aldığımız eğitimin ne önemi var.” diyerek cepheye koşmuşlardı; pek çoğu da geri dönmemişti. Eli kalem ve kitap tutmaya alışmış binlerce delikanlı, kan ve ateş içinde şehadet şerbetini içmişti.
İngiliz ve Fransızlar tarafından kandırılan Müslüman esirleri kime karşı savaştıkları konusunda bilgilendirmek için Almanya’ya gönderilmişti Mehmet Akif… Ve bu muhteşem zaferi şiirleriyle abideleştirmişti.
Şehit anaları oğullarını “Ya şehit ol, ya gazi; yeter ki bu vatana düşman ayak basmasın” diye göndermişti cepheye…
Kahraman hanımlar da eşlerini cepheye bizzat kendileri uğurlamış, şehadet haberleri geldiğinde de acıyı kalplerine gömmüş, her öğün bir tabak da onlar için indirip kaldırmışlar sofraya…
Zaferi kazandıran yiğitler kadar analar da destanlar yazmıştı Çanakkale’de…
Çanakkale destanı, kanla ve gözyaşıyla yazılmıştı.
Çanakkale; altı asır üç kıtaya hükmeden şanlı Osmanlının son zaferi ve İstiklal harbimizin habercisi…
“Yedi Düvel”in “hasta adam” dedikleri Osmanlıya son darbeyi vurmak isterken kazdıkları kuyuya düştükleri yer…
İki yüzelli bini aşkın şehidin kanıyla sulanan vatan toprağı…
Cenab-ı Hakkın (c.c.) inayetiyle, Hz. Peygamberin (a.s.m.) ruhaniyetiyle hazır bulunduğu, Allah ve Peygamber aşkıyla gözünü kırpmadan, korkusuzca düşmana karşı koyan Mehmetçiğin tarih yazdığı altın sayfa…
Düşmanın dahi kahramanlığını, insanlığını övdüğü Mehmetçiğin yazdığı bir destan Çanakkale…
Aslında Çanakkale Zaferi için ne söylense az…
Vehbi Vakkasoğlu