1. Evvela Peygamberimiz (s.a.v.) bir kaç örnek;
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: İslâm’ın ilk harbi Bedir’de Allah’ın Resulü şöyle bir müşriklere baktı, birde kendi ordusuna... Onlar 1.000 kişi kendi ordusu sahabileri ise 300 kişiydiler. Onların birçoğu binekli, Rasûlüllah’ın ordusunda bineği olan ancak 3 kişi vardı.
Bunun üzerine Peygamber (a.s.) kıbleye döndü (Demek ki duada kıbleye dönmek de Rasûlüllah’ın sünnetidir ve şarttır!)
Ve Rasûlüllah ellerini açarak “Ey Allah’ım! Bana olan va’dini bugün yerine getir. Ey Allah’ım! Bana va’d ettiğini ver. Ey Allah’ım! Şu bir avuç Müslüman topluluğu bugün mağlup ve helak olursa, yeryüzünde sana hakkıyla ibadet edecek kimse kalmıyacak.”
Hz. Ömer devamla şöyle anlatıyor: Rasûlüllah Kıble’ye dönüp böylece yaptığı duasına gözyaşları içinde dakikalarca devam ediyordu. O kadar ki: Cübbesi omuzlarından düşmüş bunun farkında bile değildi.
Hz. Ebu Bekir geldi:
Ve onun cübbesini omuzlarına yerleştirdi. Sonra sırtını kendi göğsüne dayadı ve ona “Ey Allah’ın Peygamberi! Bu kadar iltica yeter, sen Rabbına yalvardın. O sana va’dini bugün –inşaallah- yerine getirecektir” dedi. Bunun üzerine Hz. Allah Cebrail’le (a.s.) ona, “Hani siz Rabbınızdan yardım istiyordunuz da, size “Ben işte ardı ardına 1.000 melek ile yardım ediyorum!” (5) ayetini gönderdi.
Baktım ki içerde namaz kılıp secdeye kapanmış gözyaşları içinde, Rabbine iltica ediyor ve şöyle devam ediyordu: ‘Ya Rabbi! Eğer bu bir avuç Müslümanı bugün mağlup ettirirsen, senin İsm-i Celâl’ini anacak ve yükseltecek yeryüzünde kimse kalmıyacak. Ne olur zafer ihsan et Allah’ım!” Böyle yalvarıyordu. Gözyaşları ise, mübarek sakalından elbisesine doğru akıyordu...
3. Hz. Ömer zamanında İran’da muhasara edilen bir kale bir ay kadar dayanıyor, bir türlü düşmüyor ve teslim alınamıyordu. Çaresiz kalan ordu komutanı durumu Hz. Ömer’e bildirdi.
Hz. Ömer ona: “Orduyu kontrol et, mutlaka içinde bir günahkâr var. Onu bul ve tevbe etmesini sağla” diye emretti.
Komutan tek tek orduyu arattı. Sordu, soruşturdu; kimsenin belirli bir günahı yoktu. Tam umudunu kesmişti ki bir mücahit ayağa kalktı ve “Ben bu harbin başladığı gece, misvağımı kaybettim. O gün bugündür misvak kullanmıyorum. Böyle abdest alıp, namaz kılıyorum. Belki bu fethe mani olan günahkâr benim” dedi. Ve hemen bir misvak bulunup kendisine verildi, biraz sonra da kalenin fethi nasip oldu. (6)
Misvak ta ne ki demeyelim! Hz. Aişe Validemiz anlatıyor: “Rasûlüllah’ın dünyadan son arzusu, misvak kullanmak olmuştu. Ben de kardeşimden aldığım misvağı ağzımda yumuşattıktan sonra onun ağzına vermiştim. İşte Rasûlüllah ruhunu böyle teslim etti” buyuruyor.
Ve yine Rasûlüllah Efendimizin, misvak kullanmaya teşvik eden pekçok hadisleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her namazdan önce misvak kullanmalarını emrederdim. (7)
“Dört şey Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetlerindendir: Haya, güzel koku sürünmek, misvak ve nikâh.” (8)
“Misvak ağzı temizler, Rabbi râzı eder.” (9)
“Misvak kullanarak kılınan namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan 70 kat efdaldir.” (10)
“Cebrail (a.s.) misvak üzerinde o kadar ısrarla durdu ki, (ayet inecek) farz olacak diye korktum.” (11)
4. Kosovo’da Sultan Murad, Haçlı ordularına karşı otağını bir tepenin üstüne kurmuştu. Oradan haçlılara bakınca, onların çoklukları ve güçleri karşısında dehşete düşmüştü.
Sabaha kadar uyumadı, namaz kılıp Allah’a yalvardı. Ve sonra ellerini açıp şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Benim günahlarımın çokluğu sebebiyle Ümmet-i Muhammed’i düşmanlarımız karşısında mağlup, münhezim eyleme! Onlara zafer ihsan eyle ama bu zafere bir kurban lazımsa, sen beni bu zaferin kurbanı eyle Allah’ım!” Ve öyle de oldu...
5. Hz. Fatih İstanbul’un fethinde 58 gün fetih nasip olmayınca ve Akşemseddinin müjdesi de gecikince, Hz. Fatih daha fazla dayanamıyor, atını Akşemseddin Hazretlerinin çadırına doğru sürüyor ve bir kılıncı ile Akşemseddinin çadırını ikiye bölüyor. Bir de ne görsün, Akşemseddin’in secdede mübarek gözlerinden akan yaşlar çadırının dışına kadar çıkmış. Atından atlıyan Fatih Üstadının ellerine ayaklarına kapanıyor. Derken, surlarda Abdulhalık-ı Gucduvanî (k.s.) ve bütün ervah-ı mukaddesse teşrif edip, tecelli ediyor. Abdulhalık Hazretleri “Biz de varız. İşte geldik, biz de buradayız." diyor.
Ya Allah bismillah, Allahu ekber sedaları ile Ulubatlı Hasan’ın surlarda İslâm’ın bayrağını dalgalandırdığını görüyor. Ve tekbirler surlardan Arş’a yükseliyor. Ve yine bu manzara karşısında iki Sultan yerlerdedir... Biri sürünüyor, öbürü ise secde...
Biri Kostantin, bu mağlubiyete ve hezimete dayanamıyor kendini askerlerinin atlarının ayakları altına intihar etmek için atıyor. İşte böylece yerdedir.
Diğeri ise Sultan Fatih, atından atlamış Allah’ın ihsan ettiği bu zafer karşılığında ve Rasûlüllah’ın müjdesine mazhariyete teşekküren secdeye kapanmıştır. O da secde-yi şükr etmekte ve sevinç gözyaşları sel olup akmaktadır.
6. İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat’ında, “Gaza askeri (muzafferiyet için), dua askerinin duasına muhtaçtır” buyuruyor. Ama nasıl dua!
“Ağlıyarak, çeneleri üzerine (yüzleri üzerine) kapanırlar. Kur’an ise, onların huşuunu (tevauzuunu) arttırır." (12)
İşte böyle cihada hazırlanılır ve sonra da Allah’a gözyaşları içinde niyaz edilirse, Allah’ın da yardımı ile zafer muhakkak olur.
Nitekim Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek ise, bizim üzerimize bir hak olmuştur, (yardım etmek de bize düşer)“ (13)
Ama mü’min olmak, hakiki mü’min olmak öyle kolay mı?
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: İslâm’ın ilk harbi Bedir’de Allah’ın Resulü şöyle bir müşriklere baktı, birde kendi ordusuna... Onlar 1.000 kişi kendi ordusu sahabileri ise 300 kişiydiler. Onların birçoğu binekli, Rasûlüllah’ın ordusunda bineği olan ancak 3 kişi vardı.
Bunun üzerine Peygamber (a.s.) kıbleye döndü (Demek ki duada kıbleye dönmek de Rasûlüllah’ın sünnetidir ve şarttır!)
Ve Rasûlüllah ellerini açarak “Ey Allah’ım! Bana olan va’dini bugün yerine getir. Ey Allah’ım! Bana va’d ettiğini ver. Ey Allah’ım! Şu bir avuç Müslüman topluluğu bugün mağlup ve helak olursa, yeryüzünde sana hakkıyla ibadet edecek kimse kalmıyacak.”
Hz. Ömer devamla şöyle anlatıyor: Rasûlüllah Kıble’ye dönüp böylece yaptığı duasına gözyaşları içinde dakikalarca devam ediyordu. O kadar ki: Cübbesi omuzlarından düşmüş bunun farkında bile değildi.
Hz. Ebu Bekir geldi:
Ve onun cübbesini omuzlarına yerleştirdi. Sonra sırtını kendi göğsüne dayadı ve ona “Ey Allah’ın Peygamberi! Bu kadar iltica yeter, sen Rabbına yalvardın. O sana va’dini bugün –inşaallah- yerine getirecektir” dedi. Bunun üzerine Hz. Allah Cebrail’le (a.s.) ona, “Hani siz Rabbınızdan yardım istiyordunuz da, size “Ben işte ardı ardına 1.000 melek ile yardım ediyorum!” (5) ayetini gönderdi.
Rasûlüllah Efendimiz kıbleye döner, kendinden geçer, gözyaşlarını sel ederek isterse; ya bizim nasıl istememiz, nasıl yalvarmamız gerek?.. Öyle değil mi?2. Hz. Ali Efendimiz ise, Bedir’de harbin en kızıştığı zamanda, Rasûlüllah’ı merak ettim. Acaba ne yapıyor? Bana bir emri olur mu, diye hurma dallarından yaptığımız çardağına yöneldim.
Baktım ki içerde namaz kılıp secdeye kapanmış gözyaşları içinde, Rabbine iltica ediyor ve şöyle devam ediyordu: ‘Ya Rabbi! Eğer bu bir avuç Müslümanı bugün mağlup ettirirsen, senin İsm-i Celâl’ini anacak ve yükseltecek yeryüzünde kimse kalmıyacak. Ne olur zafer ihsan et Allah’ım!” Böyle yalvarıyordu. Gözyaşları ise, mübarek sakalından elbisesine doğru akıyordu...
3. Hz. Ömer zamanında İran’da muhasara edilen bir kale bir ay kadar dayanıyor, bir türlü düşmüyor ve teslim alınamıyordu. Çaresiz kalan ordu komutanı durumu Hz. Ömer’e bildirdi.
Hz. Ömer ona: “Orduyu kontrol et, mutlaka içinde bir günahkâr var. Onu bul ve tevbe etmesini sağla” diye emretti.
Komutan tek tek orduyu arattı. Sordu, soruşturdu; kimsenin belirli bir günahı yoktu. Tam umudunu kesmişti ki bir mücahit ayağa kalktı ve “Ben bu harbin başladığı gece, misvağımı kaybettim. O gün bugündür misvak kullanmıyorum. Böyle abdest alıp, namaz kılıyorum. Belki bu fethe mani olan günahkâr benim” dedi. Ve hemen bir misvak bulunup kendisine verildi, biraz sonra da kalenin fethi nasip oldu. (6)
Misvak ta ne ki demeyelim! Hz. Aişe Validemiz anlatıyor: “Rasûlüllah’ın dünyadan son arzusu, misvak kullanmak olmuştu. Ben de kardeşimden aldığım misvağı ağzımda yumuşattıktan sonra onun ağzına vermiştim. İşte Rasûlüllah ruhunu böyle teslim etti” buyuruyor.
Ve yine Rasûlüllah Efendimizin, misvak kullanmaya teşvik eden pekçok hadisleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her namazdan önce misvak kullanmalarını emrederdim. (7)
“Dört şey Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetlerindendir: Haya, güzel koku sürünmek, misvak ve nikâh.” (8)
“Misvak ağzı temizler, Rabbi râzı eder.” (9)
“Misvak kullanarak kılınan namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan 70 kat efdaldir.” (10)
“Cebrail (a.s.) misvak üzerinde o kadar ısrarla durdu ki, (ayet inecek) farz olacak diye korktum.” (11)
4. Kosovo’da Sultan Murad, Haçlı ordularına karşı otağını bir tepenin üstüne kurmuştu. Oradan haçlılara bakınca, onların çoklukları ve güçleri karşısında dehşete düşmüştü.
Sabaha kadar uyumadı, namaz kılıp Allah’a yalvardı. Ve sonra ellerini açıp şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Benim günahlarımın çokluğu sebebiyle Ümmet-i Muhammed’i düşmanlarımız karşısında mağlup, münhezim eyleme! Onlara zafer ihsan eyle ama bu zafere bir kurban lazımsa, sen beni bu zaferin kurbanı eyle Allah’ım!” Ve öyle de oldu...
5. Hz. Fatih İstanbul’un fethinde 58 gün fetih nasip olmayınca ve Akşemseddinin müjdesi de gecikince, Hz. Fatih daha fazla dayanamıyor, atını Akşemseddin Hazretlerinin çadırına doğru sürüyor ve bir kılıncı ile Akşemseddinin çadırını ikiye bölüyor. Bir de ne görsün, Akşemseddin’in secdede mübarek gözlerinden akan yaşlar çadırının dışına kadar çıkmış. Atından atlıyan Fatih Üstadının ellerine ayaklarına kapanıyor. Derken, surlarda Abdulhalık-ı Gucduvanî (k.s.) ve bütün ervah-ı mukaddesse teşrif edip, tecelli ediyor. Abdulhalık Hazretleri “Biz de varız. İşte geldik, biz de buradayız." diyor.
Ya Allah bismillah, Allahu ekber sedaları ile Ulubatlı Hasan’ın surlarda İslâm’ın bayrağını dalgalandırdığını görüyor. Ve tekbirler surlardan Arş’a yükseliyor. Ve yine bu manzara karşısında iki Sultan yerlerdedir... Biri sürünüyor, öbürü ise secde...
Biri Kostantin, bu mağlubiyete ve hezimete dayanamıyor kendini askerlerinin atlarının ayakları altına intihar etmek için atıyor. İşte böylece yerdedir.
Diğeri ise Sultan Fatih, atından atlamış Allah’ın ihsan ettiği bu zafer karşılığında ve Rasûlüllah’ın müjdesine mazhariyete teşekküren secdeye kapanmıştır. O da secde-yi şükr etmekte ve sevinç gözyaşları sel olup akmaktadır.
6. İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat’ında, “Gaza askeri (muzafferiyet için), dua askerinin duasına muhtaçtır” buyuruyor. Ama nasıl dua!
“Ağlıyarak, çeneleri üzerine (yüzleri üzerine) kapanırlar. Kur’an ise, onların huşuunu (tevauzuunu) arttırır." (12)
İşte böyle cihada hazırlanılır ve sonra da Allah’a gözyaşları içinde niyaz edilirse, Allah’ın da yardımı ile zafer muhakkak olur.
Nitekim Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek ise, bizim üzerimize bir hak olmuştur, (yardım etmek de bize düşer)“ (13)
Ama mü’min olmak, hakiki mü’min olmak öyle kolay mı?