Kürd Te’âlî Cemiyeti, Şerif Paşa, Paris Barış Konferansı ve Bedîüzzaman’ın Şiddetle Kürt Devletine Karşı Çıkması
Bedîüzzaman ırka dayalı bütün teşebbüslere muhâlif gidiyor; sadece İslamiyet milliyeti çerçevesinde oluşacak gelişmelere taraftar oluyordu. Bunun için de Osmanlı Devletini yeniden ihyâ edelim diyordu. Ayrılıkçı bir Kürdistan’a başından beri karşıydı.
İsviçre’de bulunan hemen bütün Türk ve Kürd aydınlar, 16 Ocak 1919 günü Cenevre’de bir kongre toplayarak, Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri nezdinde Osmanlı Devleti’nin haklarını savunması için Şerif Paşa’yı delege seçmişlerdi. Yani Şerif Paşa Paris’e Osmanlı temsilcisi sıfatıyla gitti. Ancak Kürd Te’âlî Cemiyeti Şerif Paşa’ya Kürdleri de temsil etme yetkisi tanımıştı. 16 Nisan 1919 tarihinde ise Şerif Paşa Osmanlı temsilciliğinden çekilerek, görevini yalnızca Kürd temsilcisi sıfatıyla sürdüreceğini duyurdu.
Kürd Te’âlî Cemiyeti Şerif Paşa’ya yardımcı olmak üzere emrine girecek bir heyeti, Arif Paşa’nın başkanlığında Paris’e gönderme kararı aldı. Böylece cemiyet Şerif Paşa’nın Pariste’ki girişimlerini desteklemekle tepki topluyordu. Şerif Paşa, Kürdleri temsilen 22 Mart 1919 ve 1 Mart 1920’de Paris Barış Konferansları’na katılıp, Ermeni Bogos Nobar Paşa ile birlikte hareket ederek, iki muhtıra ve Kürdistan haritası sundu. Şerif Paşa bu çalışmayı bilinen emperyalist Ermeni isteklerine karşı karar vericileri aydınlatmak amacıyla kaleme aldığını vurguluyordu. Ona göre Kürdistan, kuzeyde Ziven (Kafkasya hududu)’den başlıyor. Batıya doğru Erzurum, Erzincan, Kemah, Arapkir, Behisni, Divrik’i de içine alacak şekilde genişliyordu. Güneyde Harran, Sincar dağları, Tel Asfar, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Akelman, Sinna çizgisini takip ederek, Doğu’da Revan- duz, Başkale, Vezirkale’den geçerek İran hududu ile birleşiyordu.
Şerif Paşa “Hamidiye Süvarileri” konusuna da girerek, Kürdler’in Osmanlı hâkimiyetinde geniş bir hoşgörü ortamında yaşadıklarını fakat asla muhtariyetlerinden taviz vermediklerini de yazıyordu. Şerif Paşa muhtırada Wilson prensipleri doğrultusunda geleceklerine kendilerinin yönvereceği siyasî haklar istiyordu. Bu hedefe yönelik gayretlerin ilk aşaması olarak Barış Konferansı’ndan Kürdistan’ın hudutlarını belirleyecek milletlerarası bir komisyonun yörede çalışmalara başlamak üzere tesbitini öneriyordu. Bu arada Ermeniler adına Aboronyan ve Bogos Nobar Paşa da kendi isteklerini İtilaf Devletleri üyelerine kabul ettirebilmek için büyük çaba gösteriyorlardı. Konferans’ta Bogos Nobar ile Şerif Paşa Doğu Vilayetlerinin Ermeni ve Kürd bölgelerine bölünmesi konusunda anlaştılar (Şerif ve Bogos Nobar Paşaların Muhtırası, Tasvîr-i Efkâr, 20 Şubat 1920,Sy. 2992)
Ermeniler üzerinde o güne kadar etkin olan Rus propagandası sebebiyle İngilizler özellikle Kürd isteklerine ilgi gösterdiler. 30 Ocak 1919 tarihinde İngiltere tarafından bu istekler doğrultusunda, Türkiye’den ayrılacak topraklar üzerinde kurulması düşünülen “Kürdistan”gündeme alındı. İngilizler Konferans metnine; “Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan Osmanlı İmparatorluğu’ndan tamamen ayrılmalıdır” maddesini koydurdular. İstanbul Hükümeti ise bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı idi. Anlaşmanın yapıldığı sırada Seyyid Abdülkadir’in bir gazetecinin sorularını cevaplarken, Şerif Paşa’nın cemiyet delegesi olduğu, Kürdleri temsil edebileceği, Altı Doğu ilinde Kürdlerin çoğunlukla bulunması nedeniyle bu iller için özerklik istendiği ve kimin çoğunlukla olduğunun bir kurul tarafından yerinde araştırılması için Ermenilerle anlaşıldığını söylemesi büyük tepkilere neden oldu.
20 Kasım 1919 tarihinde Bogos Nobar ile Şerif Paşa “Kürd-Ermeni antlaşması”nı imzaladılar. Bu andlaşmaya göre Ermenilerin istedikleri altı vilayette, Kürdlerin çoğunlukta bulundukları ileri sürülerek bu bölgeye bir heyet gönderilmesi önerisi Konferans tarafından kabul edildi. Bogos Nobar Kürdler aleyhinde propagandaya son vermeyi kabul etti. Ayrıca aynı devletin mandası altında birleşip bağımsız Ermenistan ve bağımsız Kürdistan kurulmasını, azınlık haklarına saygı gösterilmesini, iki devlet arasındaki sınırın Paris Barış Konferansı’nda çizilmesini de kabul ettiler. Böyle bir ittifakın gerçekleşmesine rağmen İngiliz ve Fransız diplomatik çevreleri Şerif Paşa’nın Kürdleri gerçekten temsilettiğine inanmıyorlardı. İngilizler Şerif Paşa’nın rolüne uygun düşmediğini ve kendi kendine “gelin- güvey olduğun”u düşünüyorlardı. Bu antlaşma beklenenin tam tersi sonuçlar doğurdu. Antlaşmaya tepkiler sadece Kürd halkı tarafından değil, onun öncüleri durumunda olan siyasî hareketleri tarafından da geldi.
Şimdiye kadar hiçbir zaman açıkça bağımsızlık taleplerinde bulunmayan Cemiyet içerisinde ciddi fikir ayrılıkları doğdu. Seyyid Abülkadir bir açıklama yaparak Şerif Paşa’nın Kürd Te’âlî Cemiyeti’nin temsilcisi olduğunu doğruladı, fakat varılan anlaşmanın önemini azaltmaya çalışarak;“Türk-Kürd ayrılığı söz konusu değildir. Özerklikten fazlası istenmemektedir.” diyordu. Bu açıklamalar dernekte kopmalara yol açtı.
13 Haziran 1919’da Siverek Kürd Kulübü’ne gelen İngiliz Binbaşı Noel bölgede İngiltere’nin desteğinde bağımsız bir Kürdistan’ın kurulacağını söylemiş; ancak bu sözleri yöre halkı üzerinde olumsuz tepki yapınca hemen bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Anadolu’daki örgütlenmenin İstanbul’da yapılan bir toplantı sonunda kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Gençlerin “Teşkilat için” Anadolu’ya gitmeleri bu toplantıda planlanmıştır. Dersim ve Sivas aşiretleri arasında çalışma görevi Divriği, Kangal veterinerliğine atanan Baytar Nuri Beye verilmiştir. Koçkirili Mustafa Paşa’nın iki oğlu (Haydar ve Alişan) özellikle Sivas bölgelerindeki örgütlenmeleri ve eylemleri (Koçkiri isyanı gibi)yönetmişlerdi.
İşte böyle bir dönemde Bedîüzzaman hazretleri yine hem İslâm birliği ve hem de milletin beraberliği için meydandaydı. Burada Bedîüzzaman’ın tepkilerini şu başlıkta toplayabiliriz:
Kürdler ve Ermeniler Aynı Irktan Değildir; Olsa da İslâm Kardeşliği Bize Yeter
Öncelikle Ermeni Bogos Paşa ile Kürd Şerif Paşa’nın bu manadaki ittifaklarına en önce karşı çıkanlar Kürd Aşiretleri olmuştur. Ermeniler Doğu Vilayetlerinde tamamen azınlıkta bulunduklarından dolayı, ne keyfiyet ve de kemiyet itibariyle herhangi bir iddiada bulunamayacaklarından, Kürdleri kendi maksatları uğrunda kullanmak istemişlerdir. Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yı kullanmışlardır.
Kürdlerin Ermenilerle aynı ırktan olup olmaması meselesine gelince, Kürdlerin Ermenilerle aynı ırktan değil, bilakis Araplarla aynı ırktan yani Sami ırkından gelmektedirler. Aksi görüşte olanlar, Kürdler, Irak, İran, Türkiye ve Suriye’de yaşayan, Hint-Aryan kökenli olan halk olduğunu iddia etmektedirler.
Bu konuyu Bediüzzzaman’dan dinleyelim.
“KÜRDLER VE İSLÂMİYET
Bogos Nobar Paşa ile ma’hûd Şerif Paşa’nın birleşerek Kürdleri câmi’a-i İslâmiyeden ayırmak teşebbüs-i hâinânesinde bulundukları haber alınır alınmaz, gerek burada gerek Kürdistan’da bütün Kürdler kemâl-i nefretle protestolarda bulundular. Salâbet-i diniye hususunda pek yüksek bir mertebede bulunan Kürd ihvân-ı dinimizden beklenen de bu idi. Her millet arasında zuhur ettiği gibi, Kürdler arasında da türeyen birkaç hamiyetsiz iftirakçının bulunacağının hiçbir kıymeti olamayacağı şüphesizdir. Bilakis bu kabil kesânın izhâr-ı nifaketmeleri vahdet-i İslâmiyeyi daha ziyade te’yid ve teşyîd eder. Nitekim o haber üzerine umum Kürdlerin galeyân ve tezâhürât- vahdetkârânesi bunu pek güzel isbat etmişdir. Bu hususda en ziyade söz söylemek salâhiyyetine haiz bulunan ve Kürdlerin salâbet-i diniye, necabet-i ırkiye ve celâdet-i İslâmiyesini bihakkın temsil eden ve “Dar’ül-Hikmet’il İslâmiye” azasından Kürd eşraf ve mütehayyızanından bulunan fazıl-ı şehîr Bedîüzzaman Said-i Kürdî Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:
Bogos Nobar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskit ve beliğ cevap, vilayat-ı şarkiyede Kürd aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler camia-i İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve Kürdlük namına söz söylemeye selahiyettar olmayan beş on kişiden ibarettir.
Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beşyüzbin (500.000) kişi feda etmişler ve makam-ı Hilâfete olan sadakatlerini, îsar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir.
Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince: Ermeniler Vilâyat-ı Şarkiye de ekall-i- kalil derecesinde bulundukları için; asla bir ekseriyet teminine ve ne kemiyyeten, ne de keyfiyyeten Şarkî Anadolu’da iddia-yı temellüke muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar. Maksadlarına Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşayı alet etmeyi müsaid ve muvafık buldular. Bu suretle Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadoludaki iftirak âmâli mevki-i fiile çıkmış olacaktı.
İşte, bu gaye ile o ma’hud beyânnâme müştereken imzalandı ve Konferansa takdim olundu. Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tabie haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değillerdir. Zaten Kürdler bu beyânnâmeye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif oldukları isbat ediyorlar.
Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır. Çünkü herşeyden evvel Müslümandırlar. Hem de salâbet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki Müslümanlardan… Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz