Cenazesi (04.Temmuz 2016) ikindi namazından sonra Eyüp Sultan Camiinde kılındı.
Allah rahmet eylesin! Ruhu için el-Fatiha
Şükran Teyzeden Hizmet Hatıraları
İstanbul günleri....
Biz 1957’de İstanbul’a geldik. Ceylânlar, Bekir Beyler, Birinciler hep bizim evlerin insanıydı. Evimiz neydi bilmem. Bir çeşit okul gibi…
İhlâs bozulur düşüncesiyle bunları ben hiç anlatmazdım. Ama yeni nesiller sanıyor ki kitaplar gelivermiş. Risâle-i Nur’un geçmişteki çileli safhalarını masal gibi görüyorlar. Nereden bilecekler yeni nesiller bu eserlerin geçirdiği devreleri? Kitap yoktu, tırnak tırnak uğraşıldı Risâle-i Nur için. Yeni nesillerin bunları bilmesi gerektiği için anlatmaya karar verdim. Mışlı, mişli değil, ilk ağızdan anlatıyorum.
Kar yağsa, tufan olsa bile yine de derse giderdik. Pardösülerimizin, mantolarımızın ucundan şıpır şıpır su damlardı. Şemsiyemiz, çizmemiz yoktu. Paramız mı yoktu, bilemem. Ama derse gittiğimizde ablalarımız “Yavrum ahirette bastığınız taşlar, yağmur taneleri hep şahitlik edecek sizlere” diyerek bizi şevklendirirlerdi.
Otobüs pahalı gelirdi, yürüyerek giderdik derse. Çekmece’den Yenikapı’ya trenle gelir, oradan Fatih’e yürürdük. Kızımı dört sene kucağımda götürdüm derse.
Hayat tarzımız hizmet
Hizmet ediyorum demek aklımızın ucundan geçmezdi. Yaptıklarımız normal hayat tarzımızdı, yani her zaman yapılması gerekenler sınıfındandı. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, “Yaptıklarımız demek hizmetmiş!” diye düşünüyorum. Farkına vardırmadan Cenâb-ı Hakk’ın bizi “istihdam” ettiğini ahir ömrümüzde müşahede ediyorum…
Eşim trenle Yenikapı’dan risâleleri paketler halinde alır, trenle havaalanına götürür, askerler elden ele taşırlar paketleri uçağa. “Demirel’in kitapları bunlar” diye. Bunlar olacak şeyler değil. O zaman fark etmiyorduk, şimdi 30-40 sene sonra fark ediyoruz. Allah koruyordu onları. Cenâb-ı Hak inayetiyle muhafaza ediyordu.
Üstad Hazretleri İstanbul’a geldiğinde Piyer Loti Otelinde kaldı. Yatılmamış bir yorgan istemiş. Bizde vardı. Hemen paketleyip gönderdik kendisine.
Fındıkzade’deki evde Yenikapı’dan teksirden paketle gelen eserleri tashih yapardım. O zaman Hanımlar Rehberi teksirle basılıyordu. Elimize tashihli sayfaları vermişlerdi. Onlara bakarak Hanımlar Rehberi’nin teksirlerini düzeltirdim. Yine paketleyip Yenikapı’daki eve götürürdük. Evin kızları da zaman zaman bana risâlelerin tashih işlerinde yardımcı olurlardı. Sonra oradan eserlerin dağıtımı yapılırdı.
Evimiz küçücüktü, ama mübarekti. Nurcular hemen her gün gelirlerdi. Yokluk vardı. Bir şeyimiz yoktu. Gelen misafirlere Allah ne verdiyse pişirip taşırıyorduk. Ev yemeği diye deli oluyorlardı çocuklar. Listemiz de pek değişmezdi: Tarhana çorbası, bulgur pilavı, turşu, patates yemeği, reçel… Sonradan biraz çeşitlendi. Köfte, et, balık girdi mutfağa.
Bizim evde hep ders olurdu. Hiç boş vaktimiz geçmezdi. Çoluk çocuk hep kaynaşıp çalıştık.
İstanbul’da düzenli ilk hanım Nur sohbetleri
Bir gün Galip Gigin’in annesi, “Oğlum, arkadaşlarının hanımları, anneleri, kızları, kardeşleri yok mu? Bir tanıştır beni onlarla” demiş. Böylece Yenikapı’daki evin hanımları, ben birkaç hanım daha bir araya geldik. Sonra, “Ders yapsak ya, biz de erkekler gibi” dediler yeni gelen hanımlar. O zamana kadar okuyoruz, ama kalabalıkla nasıl olacak? Hemen aklıma Ulviye Hanım geldi. Ulaştık kendisine, kızıyla birlikte Pendik taraflarında yazlığa gelmişler. Mehmet Birinci ve Fırıncı gidip alıp geldiler. On kişilik bir hanım grubu olduk. “Haftanın hangi günü ders yapalım?” diye konuştuk. Ulviye Anne “Cuma günü mübarektir. O gün yapalım” dedi. Bir ay boyunca her Cuma günü onunla birlikte ders yaptık. Bize Risâle-i Nur’un dersi nasıl yapılır göstererek anlattı. Ulviye Hanım çok zeki, gayretli bir hanımdı. Bizi uyarırdı “Şöyle yapın, böyle okuyun” diye… Anlattığım tarih 1959’un Temmuz’u.
Onları tanıdığım için şanslıyım…
Asiye Mülazımoğlu, Şahide Yüksel, Ulviye Hanım, Lütfiye Anne, Urfalı Hatice Teyze… Hep beraber yerdik, içerdik, dersler yapardık. Onlardan çok şeyler öğrendim. Örnek aldım. Ahirette de görüşürüz İnşallah.
ŞÜKRAN ABLA’NIN BAYRAMI
Yaşayan son şahitlerden Ali Demirel ağabeyin hanımı Şükran abla, bir bayram arefesinde Rabbinin rahmetine kavuştu.
Hüseyin Demirel ile hattat Muhsin Demirel’in de annesi olan Şükran Demirel, İstanbul’daki Nur hizmetlerinin ilk yıllarında çok büyük hizmetleri sebkat etmiş ve buradaki Nur talebelerinin hemen hemen hepsine annelik etmiş bir fedakârlık âbidesi idi.
Bir gün onun evinde hindi piştiğini haber alan Nur’un avukatı Bekir Berk ağabeyin haber vermesi üzerine 60’tan fazla Nur talebesinin eve doluşarak Şükran ablanın pişirdiği ufak tefek bir hindi ile nasıl bir ziyafete kondukları, bugün hâlâ Risale-i Nur talebeleri arasında bir menkıbe olarak dilden dile dolaşıyor.
27 Mayıs darbesinin en dehşetli günlerinde askerî uçakla Risale taşıyan Ali Demirel ağabey, Allah’ın kendisine hayat arkadaşı olarak takdir ettiği bu bu Nur kahramanı hanımın yine dillerde dolaşan bir hatırasını, Ömer Özcan’a şöyle anlatıyor:
Evimizdeki hizmetlerin en büyük kaynağı bizim hanımdır. Eğer o kabul etmemiş olsa, izin vermemiş, razı olmamış olsa, böyle olmazdı. Tabii bizim hanım Risale-i Nur’u ilk tanıdığımızdan itibaren eve gelen giden Nur talebelerini dinliyor ve bu işin mühim bir mesele olduğunu hissediyordu. Kendi isteğiyle dershanelere gidip temizlik yapıyordu. O sahip çıkmasa nasıl yapardık? Seve seve yapıyordu.
O zamanlar çamaşır makinesi almak istemiştim. Hanım karşı çıkmış, “Bu kapıdan içeri sokmam” diye yemin etmişti. Sonra makinenin iyi bir şey olduğunu öğrenince, “Nur talebelerinin çamaşırlarını yıkayacaksam alalım” diyerek razı oldu. Ama hanım yemin etmişti. “Bunu nasıl halledeceğiz? Eve nasıl sokacağız?” diye düşünürken, Ceylan Çalışkan “Pencereden sokalım” dedi. Böylece mesele halloldu. Sonunda çamaşır makinesi de kardeşlerin kıyafetlerinin temizlenmesinde istihdam olarak hizmetten nasibini aldı.
ŞÜKRAN DEMİREL KİMDİR?
Risale-i Nur’a uzun yıllar önemli hizmetlerde bulunan emekli assubay pilot Ali Demirel’in eşi. Burdur’un Karamanlı ilçesinde dünyaya geldi. Eşinin vazifesi sebebiyle pek çok vilâyeti dolaştı. Eşi, mensup olduğu tarikat şeyhinin sevkiyle Bediüzzaman’ı ziyaret edip talebeliğe kabul edilince, dolaştıkları bütün şehirlerde Risale-i Nur hizmetinde bulundular ve Eskişehir, İzmir gibi birçok yerde Nur derslerinin başlamasına vesile oldular. 1957’den sonra yerleştikleri İstanbul’da, evleri Risale-i Nur hizmetinin bir merkezi haline geldi. Her akşam evleri Nur talebeleriyle dolup taşıyor, Süleymaniye’de kalan talebelerin çoğu bu eve gelip Şükran Hanımın yemeklerinden yiyordu.
Üstadı gören veya ona hizmet eden hanımlardan Ulviye, Asiye, Arife, Şahide ve Hacı Zehra anneleri yakından tanıma imkânı bulan Şükran Demirel, henüz Risale-i Nur’u ailece tanıyan kimsenin bulunmadığı İstanbul’da hanımlar dersi başlatmak için Bediüzzaman’dan izin istedi. Mehmet Fırıncı aracılığıyla Üstada iletilen bu isteğe olumlu cevap gelince, Şükran Demirel, o sırada kızının yanında kalan Ulviye Annenin de iştirakiyle İstanbul’da ilk hanımlar dersini başlattı.