Bir medeniyet, o medeniyete asliyetini, hüviyetini, asaletini ve şahsiyetini veren ruhunu yitirdiği ân inişe geçer; tökezler ve düşe kalka hayatta kalmaya çalışır; ama nafile.Peki, ruh, ne zaman biter? Kendisini var kılan vasatı ve bu vasatı var kılan vasıtaları, yani medeniyetin ruhuna hayat veren, hayatiyet kazandıran sembollerini, üslûbunu, kısacası "dil"ini (vasatı oluşturan iki dil'i) yitirdiği zaman.
Ruhunu ve dil'ini yitiren bir medeniyet varolamaz; nasıl varolması gerektiğini bilemez. Bu medeniyetin çocukları ise, başkalarının, bambaşka vasatlarda geliştirdikleri "dil"leri konuşur; tarihte tatile çıkar, başkalarının yaptıkları tarihte oraya buraya sürüklenirler. Hiçbir zaman özne (üreten) olamaz; sadece nesne (tüketen) olurlar. Ortaya çıkan şey, bön ve berbat karikatür tipler ve durumlardır. Aşağılık kompleksi her bir tarafı kaplar artık.
Aşağılık kompleksinin
ürünü olan özgüven kaybı, Batı dışındaki bütün toplumların temel varoluş
sorunlarıdır. Özgüveni kaybolan toplumlar, gücü, güçlü olanı ve güç
üreten her şeyi kutsarlar ve her türlü gücün önünde boyun eğmekte bir sakınca
görmemeye başlarlar: Kişilikleri, ahlâkları aşınır. Hiçbir şeye öncülük edemezler.
Özgüveni kaybolan toplumlar, esen rüzgârların önünde
sürüklenirler. Rüzgârlar, büyük fırtınalara dönüştüğü zaman, yokolma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamazlar.
Seküler Batı
uygarlığı, Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana bütün dünya üzerinde böylesine yok
edici, her şeyi kasıp kavurucu bir fırtına estirmektedir. Bu fırtına, bütün
insanlığın, dünyamızın, kültürlerin ve medeniyetlerin varlığına kastedecek
kadar barbar boyutlar kazanmıştır. Bugün, Filistin'de ve Lübnan'da işlenen
katliam ve cinayetler bunun en son örnekleridir.
İşte Bediüzzaman,
Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana insanlığın varlığına kasteden seküler
saldırının bütün dünyada, insanı "kevn" (oluş) sürecinden koparıp
"fesad" (adım adım insanî özelliklerini kaybederek yokoluş)
serüvenine sürükleyeceğini görmüş ve bu
fesadın nasıl aşılabileceğne ilişkin (büyük bir bedel ödeyerek, her türlü
fedakârlığa katlanarak) bu topluma ve
dünyaya esaslı bir ruh üflemiştir.
Modern tarihte, insanı fıtratından uzaklaştırarak ifrat ve
tefritler arasında yuvarlanan barbarlaşabilen ve bencilleşebilen insanaltı bir
varlığa dönüştüren, insanın varlığına saldıran bu yakıcı ve yıkıcı sorunu, yakın tarihimizde bütün boyutlarıyla
yalnızca Bediüzzaman görmüş,
iliklerine kadar hissetmiş ve sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa
kuşatıcı ve varedici esaslı ruhu bütün boyutlarıyla yalnızca Bediüzzaman
üflemiş, bütün insanlığa esaslı şeyler söyleyebilecek ilk kapsamlı Medeniyet
Projesini Bediüzzaman geliştirmiş; İslâm ilim ve düşünce geleneğinin yanısıra
insanlık tarihini de seferber ederek bu Projenin gramerini çıkarmıştır.
Bediüzzaman'ın gördüğü şey şuydu: Seküler meydan okuma, insanlığı, her şeyi izafileştirerek alt üst
edecek, insanın, dünyanın ve kâinâtın varlığını da tehdit edecek büyük bir
deizm çukurunun eşiğine fırlatmaktadır. İnsanlık tarihinde ilk kez bu kadar
ürkütücü sonuçları olan bir deizm (kısaca, inançsızlık, paganizm) sorunu
yaşanmaktadır; bu sorun, İlâhî sözün ve
Peygamberî soluğun tarih dışına itilmesine yol açacak; dolayısıyla bu
durum, bütün dünyayı çözücü, barbarlaştırıcı yeni paganizm biçimlerinin eşiğine
fırlatacaktı.
O yüzden Bediüzzaman
iman hakikatleri üzerinde yoğunlaşmış; insana, ancak kendisine teklif edilen
emaneti mükellef bir şekilde yüklendiği zaman dünyanın ve insanın emniyetini
teminat altına alabileceğini hatırlatarak esaslı bir ruh üflemişti.
Bediüzzaman'ın
üflediği ruh, önce Türkiye'de, sonra da
Nur Talebeleri'nin yılmak bilmez
cehdleri neticesinde bütün dünyada karşılık bulmaya başlamıştır.
Asıl yapılması
gereken şey, bundan sonradır: Bediüzzaman'ın geliştirdiği Medeniyet Projesinin
şifrelerini deşifre etmek ve bunu dünyanın entelektüel ufkuna taşıyabilecek
yetkin düşünürler, sanatçılar, yazarlar yetiştirmektir.
Bediüzzzaman gibi sistematik
düşünce üretmeyen ve çağımızın Gazali'si
olan büyük düşünürler, ancak bir yüzyıl
sonra düşünce dünyasında tam olarak keşfedilebilirler.
O zaman artık
gelmiştir. Bundan sonra, Bediüzzaman'ı ülkemizin ve Dünyanın düşünce ufkuna ve
idrakine sunmak zorundayız.