"Anahtar, Bediüzzaman/da/dır" derken, İkbal, Elmalılı, Babanzade, Akif, Filibeli Ahmet, Sait Halim Paşa, Şeriati, Mevdûdî, Seyyid Kutup, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi düşünürleri gözardı ediyor değilim.
Bediüzzaman'ı diğerlerinden ayıran iki temel özelliğe / farka dikkat çekiyorum: Birincisi, Bediüzzaman, dört çağın adamı olması ve iki dil üretmesi hasebiyle İslâm ilim ve düşünce geleneğinin son halkasıydı. İkincisi, Bediüzzaman, yalnızca ilimle uğraşmamış, ilmini amel'e tercüme ederek / eyleme dökerek bu topluma ve bu dünyaya esaslı bir ruh üflemiştir.
Artık göz ardı edemeyeceğimiz yakıcı gerçek şudur: Bediüzzaman'ı aradan çekip çıkardığınız
zaman, vasatla irtibat biter; ruh da sırra kadem basar.
Çünkü vasat, esastır. Vasat,
asıl kaynağı Kur'ân ve Sünnet'e dayanan İslâm medeniyetinin Müslümanca varoluş,
duyuş ve düşünüş geleneğidir. Vasat, ancak vahyin oluşturduğu dil ve bu
dilin ürettiği ruhla ayakta durabilir. Bu vasatın varlığını ve hayatiyetini
sürdüremediği, taze kan pompalayamadığı, yaratıcı bir ruh üfleyemediği bir
yerde kurulacak bütün "cümleler", atılacak bütün adımlar, yalnızca
havada kalacak, sonra da buharlaşıp yok olacaktır. En küçük bir "üfürme
operasyonu"nda bile kolaylıkla savruluşumuzun temel nedeni, işte bu
vasatın yok olmuş olmasıdır.
Bediüzzaman, hem en
çok popüler olan ama en az anlaşılan; hem de Aydınların en fazla ilgi
göstermesi gerektiği ama hiç ilgilenmediği düşünürlerden biridir. Bediüzzaman'la
ilgisiz ilgililerin ilgilenmesi, bu ilgilenmeden hâsıl olacak
"bilgi" ve "ruh"un kesbedilebilmesini aslâ mümkün
kılmayacaktır.
Burada yakıcı soru/n şudur: Bize esaslı bir ruh üflemiş ve İslâm düşünce geleneğinin son halkası
olan büyük bir Düşünürün düşüncesi üzerine Nur Talebeleri, diğer İslâmî
kesimler ve aydınlar, çığır açıcı çalışmalar yapamamışlardır. Neden?
Bunun üç temel nedeni var: Birincisi, Bediüzzaman'ın sistematik bir düşünür olmaması,
Bediüzzaman'ın anlaşılmasını zorlaştırmış; Bediüzzaman'a gösterilecek ilgiyi
engellemiştir. Oysa Bediüzzaman'ın
sistematik bir düşünür olmaması, onun büyüklüğünün ve çapının bir
göstergesidir. Bu, Bediüzzaman'ın, şimdiye kadar göremediği ama hak ettiği
hakîkî ve tahkîkî ilgiyi bundan sonra göreceği anlamına gelir.
İkinci neden,
Bediüzzaman'ın ürettiği ruh'un, sistem tarafından kovuşturmaya tabi tutulması
ve mahkûm edilmesidir. Aydınların Bediüzzaman'a ilgi göstermesini engelleyen en
büyük bariyer bu olmuştur. Sistem, derin bir gelenekten fışkıran bu ruhu önce
sindirmeye çalıştı, başa çıkamayacağını anladı; şimdi ise "arkadan dolanarak" dize getirmeye, evcilleştirmeye
ve böylelikle yok etmeye çalışıyor.
Üçüncü neden, Nur Talebeleri'nin
Bediüzzaman'ın "üzerine kapanmaları" ve böylelikle hem kendilerini, hem de Bediüzzaman'ı
kendileri dışındaki dünyaya kapatmalarıdır. Ancak bu, diğer İslâmî
kesimlerin Bediüzzaman'la ilgilenmemeleri için bir bahane ve mazeret olamaz.
Bediüzzaman, sistematik düşünür olmadığı, olamayacağı için zavallı Türk Entelijansiyası onun üflediği ruhun nasıl çağları delip gelen ilâhî
ve derûnî bir geleneğin ruhu olduğunu kavrayamadı. Ve Bediüzzaman gibi muazzam
bir düşünürü ademe mahkûm etti.
Bediüzzaman sistematik bir düşünür olamazdı; çünkü sistematik
düşünce, yaratıcı bir ruh üflenen vasatın üreteceği kurucu bir iradenin
(mülk'ün) varolabildiği zamanların çocuğudur. Zamanını şaşırmış, ruhunu
yitirmek üzere olan vasatların, sistematik düşünceye değil, öncelikle zorla ikame edilmeye çalışılan
"şey"e müdahale etmeye muktedir olabilecek yaratıcı bir ruhun
diriltilmesine, üretilmesine ve dalga dalga toplumun hücrelerine yayılmasına
ihtiyacı vardır.
Ruhunu yitiren bir
dünyaya ve topluma sarıp sarmalayıcı, kanatlandırıcı muhkem bir ruh üflenmeli;
böylelikle yeniden hayat ve hayatiyet kazanacak olan bu vasat, bu ruhla kendine
özgü vasıtalarını geliştirerek tüm dünyaya esaslı bir ruh üfleyecek kıvama
gelebilmeliydi. İstikbalin İslâm'ın
olması, İslâm'a gebe olması; insanın istiklalinin ve istikbalinin İslâm'la
(insanın sınırlayıcı iradesine, bilim, teknoloji ve arzular gibi
"araç"ların ayartıcı kuvvetine değil, insanın özgürleşmesini
sağlayabilecek Allah'ın iradesine teslimiyetle) mukayyet olması, başka türlü kayıt
altına alınamazdı. Bediüzzaman,
istiklalin de istikbalin de nasıl tahakkuk edebileceğini görmüş ve göstermişti.
Bu iş, aslâ heves
ehlinin değil, topyekûn bir diriliş ve varoluş harekâtı başlatacak Havass
ehlinin işiydi. O yüzden Medresetü'z-Zehra projesini geliştirmişti Bediüzzaman.