Herşeyde Rahmet-i İlahiyenin İzini, Özünü, Yüzünü Görüp, Her Şeyde Kemal-i Hikmetini, Cemal-i Adaletini Müşahede (2)
Elbette gerektir ki,
Cenab-ı Hakk'ı bir isimle, bir unvan ile, bir rububiyetle ve hâkeza.. tanısa,
başka unvanları, rububiyetleri, şe'nleri, içinde inkâr etmesin.
Belki, herbir ismin
cilvesinden sair esmaya intikal etmezse zarar eder.
Meselâ: Kadîr ve
Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse gaflet ve tabiat dalaletine
düşebilir.
Belki lâzım gelir
ki, onun nazarı, daima karşısında ﻫُﻮَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﻠّٰﻪُ
okusun, görsün.
Onun kulağı
herşeyden ﻗُﻞْ ﻫُﻮَ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍَﺣَﺪٌ dinlesin, işitsin.
Onun lisanı ﻟﺎَٓ ﺍِﻟٰﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮ ﺑَﺮَﺍﺑَﺮْ
ﻣِﻴﺰَﻧَﺪْ ﻋَﺎﻟَﻢْ
desin, ilân etsin.
Sözler – 333
(Hâdisatta, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Rahîm, Hakîm, Adl isimlerini görmezse;)
Elbette gerektir ki,
Cenab-ı Hakk'ı bir isimle, bir unvan ile, bir rububiyetle ve hâkeza.. tanısa,
başka unvanları, rububiyetleri, şe'nleri, içinde inkâr etmesin.
Belki, herbir ismin
cilvesinden sair esmaya intikal etmezse zarar eder.
Meselâ: Kadîr ve
Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse gaflet ve tabiat dalaletine
düşebilir.
Sözler – 333
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Mademki her şeyin Allah'tan
olduğunu bilirsin ve ona iz'anın vardır.
Zararlı menfaatli
her şeyi tahsin ve hüsn-ü rıza ile kabul etmek lâzımdır.
Ve illâ, gaflete
düşmeye mecbur olursun.
Bunun için esbab-ı
zahiriye vaz'edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür.
Kâinat hâdiselerinden insanın
heva ve hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan kısımdan daha çoktur.
Eğer heva sahibi, bu esbab-ı
zahiriyeyi görüp Müsebbibü'l-Esbab'dan gaflet etmese, itirazlarını tamamen
Allah'a tevcih eder.
Mesnevi-i Nuriye - 236
Demek kader ve
icad-ı İlahî; mebde' ve münteha, asıl ve fer', illet ve neticeler itibariyle şerden
ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.
Sözler - 464
Arkadaş! Tevhid iki çeşit olur:
Birisi âmiyane tevhiddir ki:
"Allah'ın şeriki yok ve
bu kâinat Onun mülküdür." der. Bu kısım tevhid sahiblerinin fikirce gaflet
ve dalalete düşmeleri korkusu vardır.
İkincisi hakikî
tevhiddir ki:
"Allah birdir, mülk Onundur, vücud Onundur, her şey Onundur."
der; lâyetezelzel bir itikada sahibdirler.
Bu kısım tevhid
sahibleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakk'ın sikkesini görür ve her şeyin
cebhesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid
melekesi mâliki olurlar ki, dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.
Mesnevi-i Nuriye - 11
her şeyin üstünde
Cenab-ı Hakk'ın sikkesini görür ve her şeyin cebhesinde bulunan mührünü,
damgasını okur.
Mesnevi-i Nuriye - 11
herşeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü,
yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede
Kastamonu – 123
(Bu tefekkürü meleke hâline getirmeliyiz. Bu tefekkürü yaptığımız nisbette ‘Sekizinci Söz'de misaldeki ikinci adama benzeriz;)
Bu acib işler,
birbiriyle alâkadardır.
Hem bir emir ile
hareket ederler gibi görünüyor.
Öyle ise, bu işlerde
bir tılsım vardır.
Evet bunlar, bir
gizli hâkimin emriyle dönerler.
Öyle ise ben yalnız
değilim, o gizli hâkim bana bakıyor; beni tecrübe ediyor, bir maksad için beni
bir yere sevkedip davet ediyor.
Sözler – 36
Eğer denilse:
Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr-ı Saadetin
başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir?
Çünki onlar, kahra lâyık değil idiler?
Elcevab:
Nasılki baharda dehşetli
yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebatatın, tohumların, ağaçların
istidadlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar;
fıtrî birer vazife başına geçer.
Öyle de: Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne
dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidadları tahrik edip
kamçıladı; "İslâmiyet tehlikededir, yangın var!" diye her taifeyi
korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu.
Herbiri, kendi istidadına göre câmia-i İslâmiyetin kesretli
ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemal-i ciddiyetle
çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına,
bir kısmı hakaik-i imaniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur'anın muhafazasına
çalıştı ve hâkeza.. Herbir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyette
hummalı bir surette sa'yettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı.
Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktarına, o
fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi.
Fakat maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i
bid'a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.
Güya dest-i kudret, celal ile
o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip
elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anilmerkeziye ile pek çok münevver
müçtehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsî hâfızları, asfiyaları, aktabları
âlem-i İslâmın aktarına uçurdu, hicret ettirdi.
Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana
getirip, Kur'anın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı...
Mektubat - 100
Kardeşlerim! Merak musibeti
ikileştirir, maddî musibeti kalbde de yerleştirmek için bir kök olur; hem
kadere karşı bir nevi itiraz ve tenkidi ve rahmete karşı bir nevi ittihamı
işmam eder.
Madem her şeyde bir
güzellik ciheti var ve rahmetin bir cilvesi var ve kader adalet ve hikmetle iş
görür; elbette biz bu zamanda umum âlem-i İslâmı alâkadar
edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle
mükellefiz.
Şualar – 323
Sonra bu sırada, bu soğukta,
en ziyade istirahata ve üşümemeğe ve dünyayı düşünmemeğe muhtaç olduğum bir
hengâmda, garazı ve kasdı ihsas eder bir tarzda, beni bu tahammülün fevkinde bu
tehcir ve tecrid ve tevkif ve tazyike sevkedenlere, fevkalâde iğbirar ve kızmak
geldi. Bir inayet imdada yetişti. Manen kalbe ihtar edildi ki:
"İnsanların
sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlahînin büyük bir
hissesi var ve bu hapiste yiyecek rızkın var. O rızkın seni buraya çağırdı. Ona
karşı rıza ve teslim ile mukabele lâzım.
Hikmet ve rahmet-i
Rabbaniyenin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri nurlandırmak ve
teselli vermek ve size sevab kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde
binler şükretmek lâzımdır.
Hem senin nefsinin
bilmediğin kusurlarıyla onda bir hissesi var. O hisseye karşı istiğfar ve tövbe
ile, nefsine "Bu tokata müstehak oldun" demelisin.
Hem gizli düşmanların
desiseleriyle bazı safdil ve vehham memurları iğfal ile o zulme sevketmek
cihetiyle, onların da bir hissesi var. Ona karşı Risale-i Nur'un o münafıklara
vurduğu dehşetli manevî tokatlar, senin intikamını tamamen onlardan almış. O,
onlara yeter. En son hisse, bilfiil vasıta olan resmî memurlardır. Bu hisseye
karşı, onların Nurlara tenkid niyetiyle bakmalarında, ister istemez şübhesiz
iman cihetinde istifadelerinin hatırı için
ﻭَﺍﻟْﻜَﺎﻇِﻤِﻴﻦَ
ﺍﻟْﻐَﻴْﻆَ ﻭَﺍﻟْﻌَﺎﻓِﻴﻦَ ﻋَﻦِ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ
düsturuyla; onları afvetmek,
bir ulüvvücenablıktır."
Ben de bu hakikatlı ihtardan
kemal-i ferah ve şükür ile, bu yeni Medrese-i Yusufiyede durmağa, hattâ
aleyhimde olanlara yardım etmek için kendime mûcib-i ceza zararsız bir suç
yapmağa karar verdim.
Lemalar – 260
Hem kalbime geldi ki: Madem
İmam-ı A'zam gibi eazım-ı müçtehidîn hapis çekmiş ve İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel
gibi bir mücahid-i ekbere, Kur'anın bir tek mes'elesi için hapiste pekçok azab
verilmiş. Ve şekva etmeyerek kemal-i sabır ile sebat edip o mes'elelerde sükût
etmemiş. Ve pek çok imamlar ve allâmeler, sizlerden pekçok ziyade azab
verildiği halde, kemal-i sabır içinde şükredip sarsılmamışlar.
Elbette sizler Kur'anın
müteaddid hakikatları için pek büyük sevab ve kazanç aldığınız halde, pek az
zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuzdur.
Evet zulm-ü beşer
içinde kader-i İlahînin bir cilve-i adaleti ve ihtiyarlığımdaki şiddetli
sıkıntılar içinde bir cilve-i inayet-i Rabbaniyeyi kısaca beyan edeceğim:
Ben yirmi yaşlarında iken
tekrar ile derdim: "Eski zamanda mağaralara çekilen târikü'd-dünyalar gibi
âhir ömrümde ben de bir mağaraya, bir dağa çekilip, insanların hayat-ı içtimaiyesinden
çıkacağım." Hem eski Harb-i Umumî'de şark-ı şimalîdeki esaretimde karar
vermiştim ki: "Bundan sonra ömrümü mağaralarda geçireceğim. Hayat-ı
siyasiyeden ve içtimaiyeden sıyrılacağım. Artık karışmak yeter." derken, inayet-i Rabbaniye, hem adalet-i kaderiye tecelli ettiler. Kararımdan
ve arzumdan çok ziyade hayırlı bir surette ihtiyarlığıma merhameten o
mutasavver mağaralarımı hapishanelere ve inzivalara ve yalnızlık içinde
çilehanelere ve tecrid-i mutlak menzillerine çevirdi.
Ehl-i riyazet ve münzevilerin
dağlardaki mağaralarının çok fevkinde "Yusufiye Medreseleri" ve
vaktimizi zayi' etmemek için tecridhaneleri verdi. Hem mağara faide-i
uhreviyesini, hem hakaik-i imaniye ve Kur'aniyenin mücahidane hizmetini verdi.
Hattâ ben azmetmiştim ki;
arkadaşlarımın beraetlerinden sonra bir suç gösterip, hapiste kalacağım. Hüsrev
ve Feyzi gibi mücerredler benim yanımda kalsın ve bir bahane ile insanlarla
görüşmemek ve vaktimi lüzumsuz sohbetlerle ve tasannu' ve hodfüruşluk ile geçirmemek
için tecrid koğuşunda bulunacağım.
Fakat kader-i İlahî
ve kısmetimiz, bizi başka çilehaneye sevkettiler.
ﺍَﻟْﺨَﻴْﺮُ ﻓِﻰ ﻣَﺎ ﺍﺧْﺘَﺎﺭَﻩُ
ﺍﻟﻠّٰﻪُ ٭ ﻋَﺴٰٓﻰ ﺍَﻥْ ﺗَﻜْﺮَﻫُﻮﺍ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﻭَﻫُﻮَ ﺧَﻴْﺮٌ ﻟَﻜُﻢْ
sırrıyla,
ihtiyarlığıma merhameten ve hizmet-i imaniyede daha ziyade çalıştırmak için,
ihtiyar ve tedbirimizin haricinde bu üçüncü Medrese-i Yusufiyede vazife
verildi.
Lemalar – 265
Kardeşlerim!
Bunun gibi teselliye dair
evvelce yazılan küçük mektublar arasıra okunsa ve Meyve'nin hususan âhirleri
beraber mütalaa edilse ve hatıra gelen Risale-i Nur'un mes'eleleri müzakere
olsa, inşâallah talebe-i ulûmun şerefini kazandırır. İmam-ı Şafiî (K.S.) gibi
büyük zâtlar, "Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır" diye
ziyade ehemmiyet vermişler. Böyle medresesiz bir zamanda, böyle azab yerlerde,
böyle yüksek talebelik yüzünden yüz sıkıntı da olsa aldırmamalı veyahut
ﺧَﻴْﺮُ
ﺍﻟْﺎُﻣُﻮﺭِ ﺍَﺣْﻤَﺰُﻫَﺎ
deyip o meşakkatler yüzünden
ferahla gülmeliyiz.
Amma fakir arkadaşların çoluk
ve çocuk ve idare ciheti ise; musibette kendinden ziyade musibetliye ve nimette
daha noksaniyetliye bakmak kaide-i Kur'aniye ve imaniye ve Nuriyeye binaen,
yüzde seksen adamdan daha ziyade rahattırlar.
Şekvaya hiç hakları olmadığı
gibi, seksen derece bir şükür üstüne haktır.
Hem burada kısmetimizi almak,
yemek; kader-i İlahî tayin etmişti.
Adalet-i rahmet bizi
toplattırdı, çoluk çocuk Rezzak-ı Hakikîlerine emanet edildi, muvakkaten o
nezaret vazifesinden mezuniyet verdi. Nasılki bir gün bütün bütün elini
çektirecek, azledecek.
Madem hakikat budur,
ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ
ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ
deyip teslim ile
şükretmeliyiz.
Şualar – 314
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu kaza-i İlahînin
adalet-i kaderiye noktasında, yeni
talebelerden bir kısım zâtların sırr-ı ihlasa muvafık olmayan dünya cihetini de
Risale-i Nur ile arzu etmesinden, bazı menfaat-perest rakibleri karşısında
bulup, yirmibeş sene evvel aslı yazılan ve sekiz sene zarfında bir-iki defa
elime geçen ve aynı vakitte kaybettirilen "Beşinci Şuâ" benden uzak
bir yerde ele geçmesiyle, o hoca bozması gibi kıskançlar, onunla adliyeyi
evhamlandırdılar.
Aynı vakit, benim arzu ettiğim
yeni harfler ile "Miftahu'l-İman Mecmuası" yerine
"Âyetü'l-Kübra" muvafakatım olmadan tab'olması ve nüshaları gelmesi
hükûmete aksetmiş, iki mes'ele birbiriyle karıştırılmış.
Güya "Kanun-u Medeniye"ye
karşı o "Beşinci Şuâ" tab'edilmiş diye ehl-i garaz, bir habbeyi yüz
kubbe yaparak gadren bizleri şu çilehaneye soktu.
Fakat kader-i
İlahî ise, menfaatimiz için buraya sevketti.
Ve eski zamanlarda ihtiyarî
çilehanelerin sevab noktasında çok fevkinde sevabdar etmek sırrıyla, bizi ihlas
dersini tam almak ve hakikaten kıymetsiz olan dünya umûruna karşı alâkalarımızı
ta'dil etmek için yine Medrese-i Yusufiye'ye çağırdı.
Şualar – 295
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Kader-i İlahî
adaleti bizleri Denizli Medrese-i Yusufiyesine sevketmesinin
bir hikmeti, her yerden ziyade Risale-i Nur'a ve şakirdlerine hem mahpusları,
hem ahalisi, belki hem memurları ve adliyesi muhtaç olmalarıdır.
Buna binaen, biz bir vazife-i
imaniye ve uhreviye ile bu sıkıntılı imtihana girdik. Evet yirmi-otuzdan ancak
bir-ikisi ta'dil-i erkân ile namazını kılan mahpuslar içinde birden Risale-i
Nur şakirdlerinden kırk-ellisi umumen bilâ-istisna mükemmel namazlarını
kılmaları, lisan-ı hal ile ve fiil diliyle öyle bir ders ve irşaddır ki, bu
sıkıntı ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir.
Ve şakirdler ef'alleriyle bu
dersi verdikleri gibi, kalblerindeki kuvvetli tahkikî imanlarıyla dahi buradaki
ehl-i imanı ehl-i dalaletin evham ve şübehatından kurtarmalarına medar çelikten
bir kal'a hükmüne geçeceğini rahmet ve inayet-i İlahiyeden ümid ediyoruz.
Şualar – 306
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ
ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
SIKINTILI MUSİBETLERİMİ HİÇE İNDİREN BİR HAKİKATLI TESELLİDİR
Birinci:
Hakkımızda zahmet
rahmete dönmesi.
İkinci:
Kader adaleti içinde
rıza ve teslim ferahı.
Üçüncü:
İnayet-i hâssanın
Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.
Dördüncü:
Geçici olmasından zevalinde
lezzet.
Beşinci:
Ehemmiyetli sevablar.
Altıncı:
Vazife-i İlahiyeye karışmamak.
Yedinci:
En şiddetli hücumda en az
meşakkat ve küçük yaralar.
Sekizinci:
Sair musibetzedelere nisbeten
çok derece hafif.
Dokuzuncu:
Nur ve iman hizmetinde
şiddetli imtihandan çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürur.
Dokuz aded manevî
sevinçler, öyle teskin edici bir merhem
ve tatlı bir ilâçtır ki; tarif edilmez, ağır elemlerimizi teskin ediyor.
Said Nursî
Şualar – 531
Ben tahmin ediyorum ki:
Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve
istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i
tevekkül ve rızadır.
Bunların içinde de en
ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine sadakatla girenlerdir.
Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan aldıkları
iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlahiyenin
izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini
müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile,
rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan
musibetlere karşı
teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza
gösteriyorlar.
Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri
şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler.
İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı
uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler,
-hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur'un imanî ve Kur'anî derslerinde bulabilirler
ve buluyorlar.
Kastamonu – 123