Bir Çocuk Küçüklüğünde Kuvvetli Bir Ders-i İmanî Alamazsa
Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhâssa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?
İşte bu hakikata binaen en bahtiyar
çocuklar onlardır ki; Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve vâlidesine
hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a'maline vefatlarından sonra
hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar
evlâd olurlar.
Emirdağ-1 – 41
..bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli
bir ders-i imanî alamazsa,
Emirdağ-1 – 41
Âdeta gayr-ı müslim birisinin
İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.
Emirdağ-1 - 41
Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden
merhamet isterler, şefkat beklerler.
Bunlar da zaaf ve acz ve
iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları
inbisat edebilir, istidadları mes'udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki
müdhiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i
İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler.
Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri
ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını
söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve
kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek
terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu
firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı
verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki
insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük
kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek.
Madem hakikat böyledir; onlara
şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i
istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı
bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla
olur. Yoksa divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i
milliye sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini
beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev'inden, vahşiyane bir
gadirdir, bir zulümdür.
Mektubat – 421
..merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı
bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes'udane inkişaf edebilir.
Mektubat – 421
..gayet kuvvetli bir nokta-i
istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı
bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır.
Mektubat - 422
Hem meleklere imanın saadet-i
dünyeviyeye medar cüz'î bir numunesi şudur ki: İlmihalden iman dersini alan bir
masum çocuğun, yanında ağlayan ve masum bir kardeşinin vefatı için vaveylâ eden
diğer bir çocuğa: "Ağlama, şükreyle.. senin kardeşin meleklerle beraber
Cennet'e gitti; orada gezer, bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak,
heryeri seyredebilir." deyip, feryad edenin ağlamasını tebessüme ve
sevince çevirmesidir.
Şualar – 259
Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse;
güzel ahlâkın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık,
rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık,
tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zahirî asayiş ve
insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriye
zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar
ağlamağa başlarlar.
Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir
millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş
hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz
muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyasız ihsan ve fazilet
ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar. Çocuklara der: "Cennet
var, haylazlığı bırak." Kur'an dersiyle temkin verir.
Şualar – 227
Nev'-i insanın dörtten birini teşkil
eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin
istidadlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak
ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünki
her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve
ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir
tesir yapar ki; hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azab ve işkence edeceği
zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan
saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der: "Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet'in
bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i
İlahiyeye gitti, yine beni Cennet'te kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli
anneciğimi göreceğim." diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Şualar – 224
Nev'-i beşerin hemen yarısını teşkil
eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen
ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarında
bir kuvve-i maneviye bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet
mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümid bulup mesrurane
yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der: "Benim küçük kardeşim veya
arkadaşım öldü, Cennet'in bir kuşu oldu. Cennet'te gezer, bizden daha güzel
yaşar." Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin
ölümleri, o zaîf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve
kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl
gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir
bedbaht hayvan olacaktı.
Sözler – 96
Meselâ: Akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı
ayın açılması için kılınmaz. Öyle de: Bu nevi ibadet, yağmuru getirmek için
kılınsa, yanlış olur. Yağmuru vermek, Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir. Biz
vazifemizi yaptık, onun vazifesine karışmayız. Gerçi yağmur namazının zahir
neticesi yağmurun gelmesidir, fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en
güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayinini
veren, babası, hanesi, dükkânı değil; belki onun tayinini ve yemeğini veren,
koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda
bulunduran bir zât, onu besliyor, rızkını veriyor. Hattâ
en küçücük bir çocuk da -daima aç olduğu vakit vâlidesine yalvarmağa alışmışken-
o yağmur duasında küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu
dünyayı bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocukları, hem
vâlidelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faidesi
olmaz. Öyle ise ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.
Emirdağ-1 – 32
O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye
girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle
terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir; hâfız
mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun
hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa
çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı
olarak o masum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken davacı ediyor.
O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet
verdin?" diye şekva edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı
için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez,
belki de çok kusur eder.
Eğer hakikî şefkat sû'-i istimal
edilmeyerek, bîçare veledini haps-i ebedî olan Cehennem'den ve i'dam-ı ebedî
olan dalalet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrı ile çalışsa; o
veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, vâlidesinin defter-i a'maline
geçeceğinden, vâlidesinin vefatından sonra her vakit hasenatları ile ruhuna
nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de değil davacı olmak, bütün ruh u canı ile
şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlâd olur.
Evet insanın en birinci üstadı ve
tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda
kat'î ve daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders
aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana
dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir
ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş.
Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek
bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi
bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye
müşahede ediyorum.
Ezcümle; meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan
şefkat etmek ve Risale-i Nur'un da en büyük hakikatı olan acımak ve merhamet
etmeyi, o vâlidemin şefkatlı fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı
yakînen görüyorum.
Evet bu hakikî ihlas ile hakikî bir
fedakârlık taşıyan vâlidelik şefkati sû'-i istimal edilip, masum çocuğunun
elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler
hükmünde olan dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat
göstermek, o şefkatı sû'-i istimal etmektir.
Lemalar – 200
..dünyaya o çocuğun masum yüzünü
çevirmek
Lemalar - 200
Her bir adam eğer hanesinde dört-beş
çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer
yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet
bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa
işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i
Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar,
hakikî talebe-i ulûmun sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlas
Risalesi'nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri
gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet
hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.
Emirdağ-2 – 104
Bu defa Nur fabrikasının sahibiyle ve tam bir muavini ve tam
bir Hüsrev olan kahraman Tahir'in beşaretli mektubları ve Medrese-i Nuriye'nin
kahramanlarından Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yası ve üçüncü rü'yanın âhirinde,
malûm musibetin akibinde sarsılmayan faal Hâfız Mehmed'in çocuklara hatim duasını yapması ve Risale-i Nur'u okutması,
üstümüzden dağ gibi manevî ağırlıkları kaldırdılar. Cenab-ı Hak sizleri ve
onları âfât-ı maneviye ve maddiyeden muhafaza etsin, âmîn.
Kastamonu – 138
Hem herbir has talebenin mühim bir
vazifesi, bir çocuğa Kur'an öğretmek olduğundan, sen bu vazifeyi yapmağa
başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan inşâallah senin çocuğun da
birincilerden olacaktır. Madem çocuk benim de evlâd-ı maneviyemdir; ona
verdiğin ders, yarısı senin namına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır.
Barla – 329
Şimdi Nurların bir vazifesi olan,
çocuklara Kur'an okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu
yazıyor. Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nurlara çalışmanız gibi
kıymetlidir.
Emirdağ-1 – 174
Sen evlâdlarınla beraber başta Fuad, her gün dualarımda ve
manevî yanımda bulunuyorsunuz. Ve senin şimdi vazife-i
resmiye cihetiyle çocuklara Kur'an-ı Azîmüşşan'ı okutmanı bütün ruh u canımla
tebrik ediyorum. Bin bârekellah derim.
Emirdağ-1 – 176
Nur'un küçük kahramanlarından Mustafa Sungur ve Rahmi'nin
güzel mektublarında, onların köylerinde Ahmed Fuad'ın ciddî gayretiyle ders
vermesi ve Eflani Nahiyesinin, Barla Nahiyesi gibi bir medrese-i Nuriye hükmüne
girdiğini ve ora ahalisi iştiyakla Nurları dinlemesi ve yeniden iki genç
muallim daha eski yazı ile Nurlara girmesi ve çocukların
huruf-u Kur'aniyeyi öğrenmeye başlaması ile Risale-i Nurları da yazmağa
girmeleri, büyük bir fâl-i hayırdır.
Emirdağ-1 – 226
Başta Risale-i Nur'un fıtrî
talebeleri masum çocuklar demiştik. İşte bir numunesi; bu mektubumu
rahatsızlıktan kendim yazamadığım için ben söyleyip yeni hurufla yazan Ceylan,
biri de ona mektub yazan masum Küçük Ali, biri de bu defa bana kâmilane ve
müdakkikane mektub yazan Medrese-i Nuriye'nin küçük şakirdi Küçük Mehmed'dir.
Ben de onlara "Bârekellah bahtiyar çocuklar" derim, peder ve
vâlidelerini de tebrik ederim.
Emirdağ-1 – 43
Çoban İsa Köyü'nde Ahmed'in mektubunda isimleri bulunan eski
ve yeni kardeşlerimizin Risale-i Nur'a çalışmaları ve çocukları
da Kur'ana ve Nurlara çalıştırmaları, bu vakitte Nurlara büyük bir hizmettir. Cenab-ı
Hak onları muvaffak eylesin, âmîn!
Emirdağ-1 – 148
İnebolu kahramanlarından berber Ali Osman'ın masum
mahdumunun güzel yazısıyla gönderdiği mektuba baktım, birden hatırıma geldi: Üç
mühim Nur merkezinde üç berber tam birbirine benzer bir tarzda Nur'a büyük
hizmetleri, hem herbirisi çocuklarıyla Nur'a
çalışmaları, beni mesrur eyledi. Berber Burhan, berber Hıfzı, berber Ali
Osman; Nur'un birer kıymetli kahramanlarıdır. Allah onları çoluk ve
çocuklarıyla dünyada ve âhirette mes'ud etsin, âmîn!
Said Nursî
Emirdağ-1 – 269
İşte bu Elmas Cevher Nur'un ikinci kerametini isbat ile, üç
yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evlâdım, bu Elmas Cevher Nurlar için
fedakârane ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden feda edeceklerini isbat
ederim. Çünki bu Elmas Cevher Nur'u okurken hepsi başıma toplandı. Onları
sevdim ve birer çay verdim; bu Elmas Cevher Nur'u okumağa devam ettim. Hepsi
birden "Bu nedir? Bu yazı nasıl yazıdır?" sordular. Ben de dedim:
"Bu Elmas Cevher Nur'dur!" diye bunlara okumağa başladım. Onuncu
Söz'ü okurken saatler geçmiş. Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen
bendenize soruyorlardı. Ben de bu Elmas Cevher Nur'u
onların anlayabileceği şekilde izah ederken çocukların renkleri, renk renk
oluyordu ve güzelleşiyordu. Bendeniz de çocukların yüzüne baktıkça hepsinde
ayrı ayrı nurlu Said görüyordum.
Suallerinde "Nur hangisi? Cevher hangisi ve Elmas
hangisi?" diye sorduklarında; "Evet Nur, bunu okumaktır. Bak sizde
bir güzellik meydana geldi." Onlar da birbirinin yüzüne baktılar, tasdik
ettiler. "Ya Elmas nedir? Bu sözleri yazmaktır. O zaman, yani yazdığınız
zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur." Tasdik ettiler.
"Ya Cevher nedir? İşte o da bu kitabdan aldığınız imandır." Hepsi
birden şehadet getirdiler. Bu sohbette üç dört saat geçmiş, bendeniz farkına
varmadım.
İşte Elmas Cevher Nur budur dedim. Tasdik ettiler. Hepsi
birden bana bakıyorlardı ve "Bunu kim yazdı?" diyorlardı.
Âciz talebeniz
Şefik
Lemalar – 278