İslâmiyette En Büyük Kebire Olan Riba (faiz); Şu Riba Taşını Altından Çeksen, Şu Zalim Medeniyet Kasrı Çökecektir
(Bu derstteki bahisler; zahiren tekrar görünse bile hakikatte tekrar değildir;)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَاْذَنُوا بِحَرْبٍ
مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ
وَلَا تُظْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman
etmiş iseniz faizden kalanı bırakın.
Bunu
yapmazsanız Allah ve resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin.
Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara Sûresi 278-279)
-Şu âlemin ihtilali nedir?-Sa'yin
sermaye ile mücadelesidir.
-Acaba
ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?
Evet
vücub-u zekât, hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir.
Şu riba taşını altından çeksen, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.
Asar-ı Bediiyye – 82
-Üçüncü Sual: Mezahimin
devası nedir?
-Cevap: Hurmet-i
riba ve vücub-u
zekâttır.
-Dördüncü Sual: Şu
zelzeleye ne der?
-Cevap:
لَيْسَ
لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ الخ
Asar-ı Bediiyye – 84
Der üçüncüsünde: "Mezahim-i
hazıra nasıl tedavi eder?"
Derim: "Hurmet-i
riba, hem vücub-u zekatla. Buna dair şahidim:
يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبَوا da.
وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَوا
٭ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَكٰوةَ
Der dördüncüsünde: "İhtilal-i beşere ne nazarla bakıyor?"
Derim: Sa'y,
asıl esastır. Servet-i insaniye, zalimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde.
Buna dair
şahidim:
لَيْسَ
لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى ٭ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ
وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
***
(Yüz mâşâallah bu cevaba.)
Sözler – 746
Elhasıl, tabakatın musalahası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi, erkân-ı İslâmiyetten olan zekâtı,
heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi', âlî düstur ittihaz etmektir.
İslâmiyette
en büyük kebire olan ribayı vesailiyle ilga etmektir.
Adalet-i
Kur'aniye âlem kapısında durup, ribaya yasaktır, girmeye hakkın yoktur, der.
Sünuhat – 110
Demek bu medeniyet-i hazıra insanı
çok fakir ediyor.
O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka
haram kazanmaya sevk etmiş.
Emirdağ-2 – 99
***
وَلَا
تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ ٭ لَتُفْسِدُنَّ فِى الْاَرْضِ
Şu cümlede
o kavmin, bu zamana kadar da, beşerde oynadığı, ifsad ile riba ile, hile ile
hem hıyanet.
Derin bir
intikamla, müfsidâne bir rolü, o inadlı rolünü, oynattıran halet-i ruhîdeki
düsturu, ihtar eder şu âyet.
Asar-ı Bediiyye - 600
وَلَتَجِدَنَّهُمْ
اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ ٭ وَتَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى الْاِثْمِ
وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ٭ وَيَسْعَوْنَ
فِى الْاَرْضِ فَسَادًا وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ٭ وَقَضَيْنَٓا اِلٰى
بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ ٭ وَلَا
تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Yahudilere müteveccih
şu iki hükm-ü Kur'anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap
hilesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki:
Hayat-ı
içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa'y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip
fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet
veren ve hile ve hud'a ile cem'-i mal eden o millet olduğu gibi;
mahrum
kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiblerden
intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi
ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.
Sözler – 402
Riba, İslâm'a zarar-ı mutlaktır
Riba
atalet verir, şevk-i sa'yi söndürür.
Ribanın
kapıları hem de onun kapları olan bu bankaların her
Dem nef'i
ise, beşerin en fena kısmınadır; onlar da gâvurlardır.
Gâvurlardaki
nef'i en fena kısmınadır, onlar da zalimler. Her
Dem
zalimlerdeki nef'i en fena kısmınadır, onlar da sefihlerdir.
Âlem-i
İslâm'a bir zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşer her
Dem refahı
nazar-ı şer'îde yoktur; zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir; demi
hederdir her
De.....m.
Sözler – 730
Bütün
ihtilalat ve fesadın asıl madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menba'ı
tek iki kelimedir:
Birinci Kelime: "Ben
tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!"
İkinci Kelime: "İstirahatim
için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim."
Birinci kelimenin
ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da vücub-u zekattır.
İkinci kelimenin
devası, hurmet-i ribadır. Adalet-i Kur'aniye âlem kapısında durup, ribaya
"Yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der.
Beşer bu
emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden, dinlemeli!..
Mektubat – 472
Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekat, hayat-ı ribadan çıkmış
Bilcümle
ihtilalat, bütün herc ü fesadat; hem asıl, hem madeni.. rezail ve seyyiat,
bütün fasid hasletler, Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek.. yahut iki
kelâmdır.
Birincisi şudur ki: "Ben tok olsam, başkalar Acından ölse neme lâzım!.."
İkincisi:
"Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden
emekler!"
Birinci kelimede olan semm-i kàtili, hem kökünü kesecek, şâfî deva olacak
tek bir devası vardır.
O da
zekat-ı şer'î ki, bir rükn-ü İslâmdır.
İkinci kelimede,
zakkum-şecer münderic.
Onun
ırkını kesecek, ribanın hurmetidir.
Beşer
salah isterse, hayatını severse; zekatı vaz' etmeli, ribayı kaldırmalı.
Sözler - 708
Beşer hayatını isterse, enva'-ı ribayı öldürmeli
Tabaka-i havastan tabaka-i avama sıla-i rahm kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor
Sadâ-yı ihtilalî, vaveylâ-yı intikamî, kin ü hased enîni... Yukarıdan
iniyor
Zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm sâıkası... Aşağıdan
çıkmalı
Tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisal. Fakat merhamet ve ihsan
yukarıdan inmeli,
Hem şefkat ve terbiye...
Beşer bunu
isterse sarılmalı zekata, ribayı tardetmeli.
Kur'anın
adaleti bâb-ı âlemde durup ribaya der: "Yasaktır! Hakkın yoktur,
dönmeli!"
Dinlemedi
bu emri, beşer yedi bir sille.
{(*): Kuvvetli
bir işaret-i gaybiyedir. Evet beşer dinlemedi, ikinci harb-i umumî ile bu
dehşetli silleyi de yedi.}
Müdhişini
yemeden bu emri dinlemeli.
Sözler – 709
Eğer sahife-i âlemde tarihî bir nazarla dikkat ve cem'iyet-i beşeriyenin
mesavîsinin esasları teftiş edilse görülecektir ki, bütün ihtilalat ve fesadın asıl ve
madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir.
O iki
kelimenin imtizacından bomba gibi küre-i arz patladı ve izdivacından, medenî
insanlardan canavarlar doğdu.
Birinci Kelime: Ben
tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?
İkinci Kelime: İstirahatım
için zahmet çek, sen çalış ben yiyeyim.
Merhametsiz nefisperest olan birinci kelime-i gaddaredir ki; âlem-i insanı zelzeleye getirip,
kıyameti kopmak üzeredir.
Şu kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da zekâttır ve zekâtın mükemmili olan sadakattır
ve onun mütemmimi olan karz-ı hasendir.
Harîs, hodgâm, zalim olan ikinci kelimedir ki, beşerin terakkiyatını öyle
sarsıyor ki, herc ü
merc ateşine atmak üzeredir.
Şu dâhiye-i dehyanın tek bir devası var.
O da
hurmet-i ribadır ve faizin bütün vesailini hayat-ı içtimaiyeden ref' etmektir.
Hodgâm
ellerde servetin inhisarına vesile olan riba kapları, bankaları seddir.
Evet bu
kaplar ile servet ve temellük, kalil adamlarda toplanır.
Bu iki
düstur ile tevzi' edilmezse, gasbedilecektir.
Sünuhat - 107
Evet Kur'anın düsturları, kanunları,
ezelden geldiğinden ebede gidecektir.
Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar
olup ölüme mahkûm değildir.
Daima gençtir, kuvvetlidir.
Meselâ: Medeniyetin bütün cem'iyat-ı hayriyeleri ile, bütün
cebbarane şedid inzibat ve nizamatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur'an-ı Hakîm'in iki mes'elesine karşı muaraza edemeyip
mağlub düşmüşlerdir.
Meselâ:
ﻭَﺍَﻗِﻴﻤُﻮﺍ
ﺍﻟﺼَّﻠٰﻮﺓَ ﻭَﺍٰﺗُﻮﺍ ﺍﻟﺰَّﻛٰﻮﺓَ ٭ ﻭَﺍَﺣَﻞَّ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍﻟْﺒَﻴْﻊَ ﻭَﺣَﺮَّﻡَ ﺍﻟﺮِّﺑَﻮﺍ
Kur'anın bu galebe-i i'cazkâranesini
bir mukaddeme ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:
"İşaratü'l-İ'caz"da isbat edildiği gibi; bütün
ihtilalat-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi,
bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir
kelimedir.
Birinci kelime: "Ben tok
olayım, başkası açlıktan ölse bana ne."
İkinci kelime: "Sen çalış, ben
yiyeyim."
Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani
zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar.
O muvazenenin esası ise: Havas
tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir.
Şimdi birinci kelime, havas
tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir.
İkinci kelime, avamı kine,
hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği gibi;
şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi herkesçe malûm olan Avrupa
hâdisat-ı azîmesi meydana geldi.
İşte medeniyet, bütün cem'iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî
mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını
musalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedavi
edememiştir.
Kur'an, birinci kelimeyi esasından "vücub-u zekat" ile kal'eder, tedavi eder.
İkinci
kelimenin esasını "hurmet-i riba" ile
kal'edip tedavi eder.
Evet, âyet-i Kur'aniye âlem
kapısında durup ribaya yasaktır der.
"Kavga kapısını kapamak için
banka kapısını kapayınız" diyerek insanlara ferman eder.
Şakirdlerine "Girmeyiniz" emreder.
Sözler – 408
Bütün muavenet ve yardım nevilerini
hâvi olan zekat hakkında sahih olarak Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan
ﺍَﻟﺰَّﻛٰﻮﺓُ
ﻗَﻨْﻄَﺮَﺓُ ﺍﻟْﺎِﺳْﻠﺎَﻡِ
hadîs-i şerifi mervîdir.
Yani müslümanların birbirine
yardımları, ancak zekat köprüsü üzerinden geçmekle yapılır.
Zira yardım vasıtası, zekattır.
İnsanların heyet-i içtimaiyesinde
intizam ve asayişi temin eden köprü zekattır.
Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin
hayatı, muavenetten doğar.
İnsanların terakkiyatına engel olan
isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felâketlerin tiryakı,
ilâcı muavenettir.
Evet zekatın vücubu ile
ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet
vardır.
Evet eğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan
ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesavîsine, hatalarına dikkat edersen,
heyet-i içtimaiyede görünen
ihtilaller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu
görürsün.
Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün
bana ne."
İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve
lezzetler içinde rahat edeyim."
Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz
bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.
Nev'-i beşeri umumî felâketlere
sürükleyen ve bolşevikliğe sevkedip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk
kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı
kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır.
Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden, zekat ve muavenettir.
Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe
gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahm kalmaz.
Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram,
itaat, muhabbet yerine ihtilal sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret
vaveylâları yükselir.
Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan,
taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.
Maalesef tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma
sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor.
Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti
mûcib iken, esaret ve sefaleti intac ediyor.
Eğer bu söylediklerime bir şahid istersen âlem-i medeniyete
bak, istediğin kadar şahidler mevcuddur.
Hülâsa: Tabakalar arasında
musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkân-ı İslâmiyeden
olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek
bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.
İşarat-ül İ'caz – 45
Beşerde, havas ve avam iki tabaka var.
Havastan avama merhamet ve ihsan ve avamdan havassa karşı hürmet ve
itaati temin edecek, zekattır.
Yoksa yukarıdan avamın başına zulüm ve tahakküm iner, avamdan zenginlere
karşı kin ve isyan çıkar.
İki
tabaka-i beşer daimî bir mücadele-i maneviyede, bir keşmekeş-i ihtilafta
bulunur.
Gele gele
tâ Rusya'da olduğu gibi, sa'y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar.
Mektubat – 273
Hem İslâmiyet, havastan ziyade avamın tahassungâhı olmuştur.
Vücub-u
zekat ve hurmet-i riba
ile; havassı, avamın üstünde müstebid yapmak değil, bir cihette hâdim
yapıyor.
سَيِّدُ
الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ ٭ خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ
diyor.
Mektubat – 436
Elhasıl, tabakatın musalahası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi, erkân-ı İslâmiyetten olan zekâtı,
heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi', âlî düstur ittihaz etmektir.
İslâmiyette
en büyük kebire olan ribayı vesailiyle ilga etmektir.
Adalet-i
Kur'aniye âlem kapısında durup, ribaya yasaktır, girmeye hakkın yoktur, der.
Sünuhat – 110
***
Semavî Kur'anın kanun-u esasîsi
ﻟَﻴْﺲَ
ﻟِـﻠْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺳَﻌٰﻰ ٭ ﻛُﻠُﻮﺍ ﻭَ ﺍﺷْﺮَﺑُﻮﺍ ﻭَ ﻟﺎَ ﺗُﺴْﺮِﻓُﻮﺍ
ferman-ı esasîsiyle: "Beşerin
saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin
havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir." diye Risale-i Nur bu
esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyleyeceğim:
Birincisi:
Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu.
O üç-dört hâcatını tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi
idi.
Şimdiki garb medeniyet-i zalime-i
hazırası sû'-i istimalât ve israfat ve hevesatı tehyic ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî
hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medenî
insanın tam muhtaç olduğu dört hâcatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç
oluyor.
O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden
ancak ikisi olabilir.
Onsekizi muhtaç hükmünde kalır.
Demek bu medeniyet-i hazıra insanı
çok fakir ediyor.
O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka
haram kazanmaya sevk etmiş.
Bîçare avam ve havas tabakasını daima
mübarezeye teşvik etmiş.
Kur'an'ın kanun-u esasîsi olan
"vücub-u zekat, hurmet-i riba" vasıtasıyla avamın havassa karşı
itaatini ve havassın avama karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp
burjuvaları zulme, fukaraları isyana
sevk etmeye mecbur etmiş.
İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber
etti!
Emirdağ-2 – 99
ﺍَﻡْ
ﺗَﺴْﺎَﻟُﻬُﻢْ ﺍَﺟْﺮًﺍ ﻓَﻬُﻢْ ﻣِﻦْ ﻣَﻐْﺮَﻡٍ ﻣُﺜْﻘَﻠُﻮﻥَ
Veyahut: Hırsa, hıssete alışmış
tâğî, bâğî dünyaperestler gibi senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki, senden
kaçıyorlar ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah'tan
istiyorsun ve
onlara Cenab-ı Hak tarafından
verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin hased ve beddualarından kurtulmak
için, ya on'dan veya kırk'tan birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey
midir ki, emr-i zekatı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar?
Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz
olmakla beraber, hakları tokattır. Cevab vermek değil...
Sözler – 388
İşte ey derd-i maişetle sersem olmuş
ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler!
Hırs bu kadar muzır ve belalı bir
şey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâb ve haram helâl demeyip
her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz?
Hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir
rüknü olan zekatı, hırs yolunda terkediyorsunuz?
Halbuki zekat, her şahıs için
sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır.
Zekatı vermeyenin herhalde elinden zekat
kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip
alacaktır.
Mektubat – 272