İstiğfar Etmemek
(Fitne-i Âhirzaman)
Evet kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelal'i inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır. Fakat ona iman etmek: Kur'an-ı Azîmüşşan'ın ders verdiği gibi, o Hâlık'ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir.
Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.Emirdağ-1 – 203
Bâhusus nasılki o Hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar,
kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri,
günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü
billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın
tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane
uzaklaştırarak susturuyorlar.
Evet günah kalbe işleyip,
siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.
Herbir günah içinde küfre gidecek
bir yol var.
O günah istiğfar ile çabuk imha
edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
Lemalar – 8
Ey insan! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve
tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz'-i ihtiyarî namında
bir iraden var.
O iradenin bir eline duayı ver
ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet'e eli yetişsin ve bir çiçeği
olan saadet-i ebediyeye eli uzansın.
Diğer eline istiğfarı ver ki,
onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan Zakkum-u
Cehennem'e yetişmesin.
Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı
hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-ı şerri
keser, tecavüzatını kırar.
Sözler - 468
(Fitne-i âhirzamanın dehşeti nisbetinde istiğfara sarılmamız gerekiyor;)
Rivayette var ki: "Fitne-i
âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun
için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze
etmiş, azab-ı kabirden sonra
ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ ﻭَ ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ
ﺍٰﺧِﺮِ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥِ
vird-i ümmet olmuş.
Allahu a'lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar
ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler.
Meselâ; Rusya'da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler
ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve
seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi,
nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar.
İşte dans ve tiyatro gibi o
zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer cazibedarlık ile pervane
gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder.
Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi
olmaz.
Şualar – 584
Âhirzamanın fitnesinde en
dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin
rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet nasılki tarihlerde, eski
zamanlarda "Amazonlar" namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb
bir taife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.
Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka
dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan
kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki,
açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar.
Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane
yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb
ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını
öldürüyorlar.
Birkaç sene nâmahrem hevesatına göstermenin tam cezası
olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem'in odunları olup, en evvel o bacaklar
yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok
istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da
başına bela bulur.
Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı
yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek
nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği,
hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.
Gençlik Rehberi – 25
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan
ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru
lezzetlerine aldanıp taklid etme. Çünki sen onları taklid etsen, onlar gibi
olamazsın. Pek çok sukut edeceksin.
Sözler – 362
Ey uykuda iken kendilerini ayık
zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın.
Çünki aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz.
Ya siz de onlara iltihak
edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.
Mesnevi-i Nuriye – 126
Madem hakikat budur. Ve madem her
güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve
bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse manen
ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa, hüsün ve
cemalini günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o
nimeti küfran ile medar-ı azab bir surete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak.
Ve o fâni, beş-on senelik cemali bâkileştirmek için, meşru' bir tarzda istimal
ile, o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale maruz kalıp,
me'yusane ağlayacak.
Eğer terbiye-i İslâmiye
dairesinde, âdâb-ı Kur'aniye zînetiyle o cemal güzelleştirilse; o fâni hüsün,
manen bâki kalacağı ve Cennet'te hurilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak
bir tarzda kendine verileceği hadîste kat'iyyetle sabittir. Eğer o güzelin
zerre mikdar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden
kaçırmayacak...
Gençlik Rehberi - 26
Sanemperestliği şiddetle Kur'an men'ettiği gibi, sanemperestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de
men'eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur'ana muaraza
etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü
mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki,
beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.
Hem Kur'an merhameten, kadınların
hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı
rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat,
ehemmiyetsiz bir meta' hükmüne geçmesinler.
{(Haşiye-2): Tesettür-ü nisvan hakkında Otuzbirinci
Mektub'un Yirmidördüncü Lem'ası, gayet kat'î bir surette isbat etmiştir ki:
Tesettür, kadınlar için fıtrîdir. Ref'-i tesettür, fıtrata münafîdir.}
Medeniyet ise, kadınları
yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır.
Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle
devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî
hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı
fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır:
Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve
hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder.
Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ
kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak,
derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.
Sözler – 410
Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok
adamların dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor,
ne yapayım?" Ben de dedim: Mümkün oldukça
nâmahreme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafiî'nin (R.A.) dediği
gibi: Haram nazar, nisyan verir.
Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram
ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda sû'-i istimalât
ile israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i
hâfızasına zaaf gelir.
Evet bu asırda açık-saçıklık
yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o sû'-i nazardan sû'-i istimalât, umumî
bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlıyor. Herkes cüz'î, küllî o
şekvadadır. İşte bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği
müdhiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: "Âhirzamanda,
hâfızların göğsünden Kur'an nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor." Demek bu
hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'an'a bu sû'-i nazarla bazılarda sed
çekilecek; o hadîsin tevilini gösterecek.
ﻟﺎَ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠّٰﻪُ
Kastamonu – 133
Tarih-i hayatımı bilenlere malûmdur: Ellibeş sene evvel ben,
yirmi yaşlarında iken, Bitlis'te merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun
ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı aded kızları vardı. Üçü
küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız
halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki
bileyim. Hattâ bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden
farketti, tanıdı. Herkes ve ben de, bu hale hayret ederdik. Bana sordular:
"Neden bakmıyorsun?" Derdim: "İlmin
izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor."
Hem kırk sene evvel İstanbul'da Kâğıthane şenliğinin yevm-i
mahsusunda, Köprüden tâ Kâğıthane'ye kadar Haliç'in iki tarafında binler
açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul'lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben
ve merhum meb'us Molla Seyyid Taha ve meb'us Hacı İlyas ile beraber kayığa
bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki
Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni
tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: "Senin
bu haline hayret ettik, hiç bakmadın." Dedim:
"Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin âkıbeti elemler, teessüfler
olmasından istemiyorum."
Emirdağ-1 – 263
Gençlik Rehberi'nde izah edildiği gibi; gençlik hiç şübhe
yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye
değişmesi kat'iyyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o
fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarfetse,
onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde
veriyorlar.
Eğer sefahete sarf etse, nasılki bir dakika hiddet yüzünden
bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir. Öyle
de gayr-ı meşru dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret
mes'uliyetinden ve kabir azabından ve zevalinden gelen teessüflerden ve
günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten
ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder.
Meselâ, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak
elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok ârızalar ile o cüz'î lezzet, zehirli
bir bal hükmüne geçer. Ve o gençliğin sû'-i istimali ile gelen hastalıkla
hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere ve kalb ve ruhun gıdasızlık ve
vazifesizliğinden neş'et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya
mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden ve
hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette ekseriyetle,
gençlerin gençliğinin sû'-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşru
keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler
işiteceksin.
Eğer istikamet dairesinde gitse,
gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir
vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice
vereceğini, başta Kur'an olarak çok kat'î âyâtıyla bütün semavî kitablar ve
fermanlar haber verip müjde ediyorlar.
Madem hakikat budur. Ve madem
helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazan
bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette gençlik nimetine bir şükür
olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir.
Şualar – 204
Âhirzamanda hadîsin haber verdiği şahısların mes'elesine
gelince: Bu mevzuları biz kendimiz uydurmadık. Bunların aslı dinde mevcuddur.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm bazı hadîslerle ümmet-i Muhammediyenin
(A.S.M.) ömrünün binbeşyüz seneyi pek geçmeyeceğini söylüyor. O zamana kadar da
ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) ve dünyanın hayatında mühim tesir yapacak büyük
tarih hâdiselerini, "Kıyamet alâmetleri" diye haber veriyor. Bunların
şerri üzerine ümmet-i İslâmiyenin nazar-ı dikkatini celbediyor. Gaflet ve
cehaletle bu şerlere düçar olanların ebedî şekavet ve helâket ile karşılaşacaklarını
söylüyorlar. Bunlara dair sayısız dinî bürhanlar mevcuddur. Biz ki; Allah'a ve
Resulüne ve Kur'ana inanmışız. Şimdi bu imanın ve peygamberin sıdkına olan bu
itikadın neticesi olarak kendimizi helâk-i ebedîden kurtarmak için çalışmayalım
mı? Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim mi? "Acaba bu tehlikeli zaman
gelmiş midir? Sakın bu tehlikelere düşen nesil biz
olmayalım!" diye bunları mevcud dinî hakikatlara tatbik cehdini
göstermeyelim mi? Biz de, önümüzdeki müsbet delilleri ve vücud-u İlahîye bizi
sevkeden hakaik-i müberhene ve ilmiyeyi görmeyerek, sırf Avrupa dinsizliğini en
büyük lâzıme-i medeniyet ve şiar-ı irfan addile dinimizi terketsek, acaba
helâk-i ebedîden bizi kim kurtaracak? Bunu düşünmeyelim mi? Bu zihniyette olan,
Kur'andan ve onun hakaikından üstün bir şey tanımayan bir insan, sırf fâni
cezalar korkusuyla kendini ebedî helâke atar mı? Yahut fâni bazı kıymetlere
değer verir mi? Allah ve Resulüne ve dinine hizmet vazifesinden vaz geçer mi?
İşte bizi Bedîüzzaman'a bağlayan hakikî âmiller bunlardır. Başka bir menba-i
dinî var mı ki, biz ruhumuzun bu ezelî ihtiyaçlarını onunla teskin edelim?
Şualar – 563
Aziz hemşirelerim; kat'iyyen biliniz ki: Daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde; on
derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer
kuvvetli delillerle, hâdisatlarla isbat etmiştir. Uzun tafsilatı Risale-i
Nur'da bulabilirsiniz.
Ezcümle: Küçük Sözlerden Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler
ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikatı gösterecek. Onun için daire-i meşruadaki keyfe iktifa ediniz ve kanaat
getiriniz. Sizin hanenizdeki masum evlâdlarınızla masumane sohbet, yüzer
sinemadan daha ziyade zevklidir.
Hem kat'iyyen biliniz ki; bu
hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet, iman dairesindedir ve imandadır. Ve a'mal-i
sâlihanın her birisinde bir manevî lezzet var. Ve dalalet ve sefahette, bu
dünyada dahi gayet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat'î
delillerle isbat etmiştir.
Âdeta imanda bir Cennet çekirdeği
ve dalalette ve sefahette bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok
tecrübelerle ve hâdiselerle aynelyakîn görmüşüm ve Risale-i Nur'da bu hakikat
tekrar ile yazılmış.
En şedid muannid ve mu'terizlerin eline girip; hem resmî
ehl-i vukuflar ve mahkemeler o hakikatı cerhedememişler. Şimdi sizin gibi
mübarek ve masum hemşirelerime ve evlâdlarım hükmünde küçüklerinize, başta
Tesettür Risalesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere
ders versin.
Ben işittim ki; benim size câmide ders vermekliğimi arzu
ediyorsunuz. Fakat benim perişaniyetimle beraber hastalığım ve çok esbab, bu
vaziyete müsaade etmiyor. Ben de sizin için yazdığım bu dersimi okuyan ve kabul
eden bütün hemşirelerimi, bütün manevî kazançlarıma ve dualarıma Nur şakirdleri
gibi dâhil etmeğe karar verdim.
Eğer siz benim bedelime Risale-i Nur'u kısmen elde edip
okusanız veya dinleseniz, o vakit kaidemiz mûcibince; bütün kardeşleriniz olan
Nur şakirdlerinin manevî kazançlarına ve dualarına da hissedar oluyorsunuz.
Ben şimdi daha ziyade yazacaktım; fakat çok hasta ve çok
zaîf ve çok ihtiyar ve tashihat gibi çok vazifelerim bulunduğundan, şimdilik bu
kadarla iktifa ettim.
ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî
Lemalar - 203