En Esaslı Kuvvetimiz ve Nokta-i İstinadımız, Tesanüddür
Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki;
o düsturu
cidden nazara almalısınız.
Hayat,
vahdet ve ittihadın neticesidir.
İmtizaçkârane
ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider.
وَ لَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ
ر۪يحُكُمْ
işaret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.
Bilirsiniz ki; üç
elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür.
Tesanüd-ü adedî ile
içtima etse, yüzonbir kıymetinde olduğu gibi.. sizin gibi üç-dört hâdim-i hak,
ayrı ayrı ve taksimü'l-a'mal olmamak cihetiyle hareket etse, kuvvetleri üç-dört
adam kadardır.
Eğer
hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin
aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört adam, dörtyüz
adam kuvvetinin kıymetindedirler.
Sizler koca
Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin
makinistleri hükmündesiniz.
Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur.
Hem birbirini
kıskanmak değil, belki bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar.
Şuurlu farzettiğimiz
bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki vazifesini tahfif
ediyor.
Hak ve hakikatın,
Kur'an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan
zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur,
şükreder.
Sakın birbirinize
tenkid kapısını açmayınız.
Tenkid edilecek
şeyler, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var.
Ben nasıl sizin
meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde
bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum.
Siz de üstadınızın
nazarıyla birbirinize bakmalısınız.
Âdeta her biriniz
ötekinin faziletlerine naşir olunuz.
Barla - 124
***
Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki:
Yüzde on ehl-i fesad
yüzde doksan ehl-i salahı mağlub ediyordu.
Hayretle merak
ettim, tedkik ederek kat'iyyen anladım ki:
O galebe
kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade
etmesinden ve içlerine
ihtilaf atmaktan ve zaîf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler
hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan ve şeref namıyla riyakârane
nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor.
Ve o
misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler.
Fakat وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ sırrıyla,
اَلْحَقُّ
يَعْلُو وَلَا يُعْلٰى عَلَيْهِ düsturuyla: Onların o
muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla
beraber, Cehennem'i kendilerine ve Cennet'i ehl-i hakka kazandırmalarına
sebebdir.
Lemalar – 85
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin fevkalâde
sebat ve ihlasınızın galebesi ve o musibeti def'inden sonra, ehl-i dünya
cepheyi değiştirdi.
Zındıkanın
desiseleriyle bu havalide bizlere karşı perde altında maddî ve manevî tahşidatı
başlamış.
Gayet
dikkatle ve şeytancasına, şakirdlerin hakikî kuvvetleri olan tesanüdü bozmağa
çalışıyorlar.
Kastamonu – 152
Sizin
tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi yalnız bize ve Risale-i Nur'a menfaati için
değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve
sarsılmayan bir cemaatin kat'î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç
bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez,
bozulmaz, aldatmaz bir merci', bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir
hakikat var, hiçbir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlub
olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i
dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.
Şualar - 320
Bu şiddetli maddî ve
manevî kıştaki galâ ve varlık içinde kaht ve derd-i maişet fukaralara ağır
basması cihetinde, ekseri fakirü'l-hal olan Risale-i Nur şakirdlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve
tesanüdleri bozulması ihtimaliyle ziyade endişe ediyordum.
Sizler her
zamandan ziyade bu fırtınada tesanüdünüzü ve ittihadınızı ve birbirinin
kusuruna bakmaması, birbirini tenkid etmemesi, Risale-i Nur'un vazife-i
kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız.
Sakın birbirinizden
gücenmeyiniz ve tenkid etmeyiniz.
Yoksa az bir zaaf
gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük
zarar verebilirler.
Kastamonu - 223
Sizler arasıra
İhlas'ı ve İktisad Lem'alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte Risalesi'ni
mabeyninizde beraber okumalısınız.
Sizin
şimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüd ve ittifakınız, bu
memlekete medar-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir.
Dikkat
ediniz! Bu yeni fırtına, sizin tesanüdünüzü bozmasın.
Kastamonu - 223
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Birden ruhuma gelmiş
bir endişeyi beyan ediyorum:
Ehl-i dalalet,
Risale-i Nur'un elmas kılınçlarına mukabele edemedikleri için, şakirdleri
içinde derd-i maişet cihetinden ve bahar mevsimi gafletinden istifade ederek;
-meşrebler veya
hissiyatları muhalefetinden- zayıf damarları bulup şakirdler içindeki tesanüdü sarsmak istediklerini hissettim ve anladım.
Sakın! Çok dikkat
ediniz, içinize bir mübayenet düşmesin. İnsan hatadan hâlî olamaz, fakat tövbe
kapısı açıktır.
Nefis ve şeytan,
sizi kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevkettiği vakit deyiniz
ki:
"Biz
değil böyle cüz'î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî
saadetimizi, Risale-i Nur'un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye
mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibariyle dünyaya, enaniyete ait
herşeyi feda etmek vazifemizdir." deyip nefsinizi susturunuz!
Medar-ı
niza' bir mes'ele varsa, meşveret ediniz.
Çok sıkı
tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz.
Müsamaha
ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.
Kastamonu – 234
Kardeşlerim!
Gerçi yeriniz çok
dardır, fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıya aldırmaz, hem yerlerimize
nisbeten daha serbesttir.
Biliniz:
En esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız, tesanüddür.
Sakın sakın bu
sıkıntıların verdiği asabîlik cihetiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız.
Kısmet ve kadere
itiraz hükmünde olan şekvalar ve "Böyle olmasaydı şöyle olmazdı" diye
birbirinizden gücenmeyiniz.
Ben anladım ki,
bunların hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu, ne yapsaydık onlar bu hücumu
yapacak idiler.
Biz sabır
ve şükür ve kazaya rıza ve kadere teslim ile mukabele ederek tâ inayet-i
İlahiye imdadımıza gelinceye kadar, az zamanda ve az amelde pek çok sevab ve
hayrat kazanmağa çalışmalıyız.
Şualar - 309
Sizlerin irşad ve ıslahlarınıza karşı, zındıka ifsada ve ahlâkları bozmağa çalışıyor.
Bu vaziyete karşı gayet ihtiyat ve mümkün olduğu kadar eski mahpuslardan
gücenmemek ve gücendirmemek ve ikiliğe meydan vermemek ve
itidal-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduğu derecede bizim
arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve
terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzım ve zarurîdir.
Şualar – 315
Kardeşlerim!
Gaflet ve
dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor.
Onun için ehl-i
hakikat, -hattâ meşru bir tarzda dahi olsa- enaniyetten, hodfüruşluktan
vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risale-i Nur'un hakikî şakirdleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı manevîde ve havz-ı
müşterekte erittiklerinden, inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar.
Evet,
münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı;
böyle herbiri birer
zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes'elede böyle kaçınmak ve
birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır,
boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır.
Sonra kuvvetini
kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur.
Risale-i
Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi'l-ihvan mesleğinde gittiklerinden,
inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar.
Şualar – 318
Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet,
şimdiki
ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir
sebebdir ve
Risale-i
Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir.
Haşirde adalet-i
İlahiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle affettiğine binaen, siz de
hasenelerin rüchanına göre muhabbet ve afv muamelesini yapmak lâzımdır.
Yoksa bir seyyie ile
hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir asabîlik ile zararlı bir
hiddet, iki cihetle zulüm olur.
İnşâallah,
birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip sıkıntıyı hiçe indirirsiniz.
Şualar – 330
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede ve imaniyede hâlis arkadaşlarım ve hak ve hakikat ve berzah ve âhiret yolunda ayrılmaz yoldaşlarım!
Biz birbirimizden
ayrılmak zamanı yakın olması cihetiyle, sıkıntıdan neş'et eden gerginlikler ve
kusurlar yüzünden "İhlas Risalesi"nin düsturları muhafaza
edilmediğinden, siz birbirinizle tamam helâllaşmak lâzımdır ve zarurîdir.
Siz,
birbirinize en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyade kardeşsiniz.
Kardeş
ise, kardeşinin kusurunu örter, unutur ve affeder.
Ben burada hilaf-ı
me'mul ihtilafınızı ve enaniyetinizi nefs-i emmareye vermiyorum ve Risale-i Nur
şakirdlerine yakıştıramıyorum;
belki nefs-i
emmaresini terkeden evliyalarda dahi bulunan bir nevi muvakkat enaniyet telakki
ediyorum.
Siz benim bu hüsn-ü
zannımı inad ile kırmayınız, barışınız.
Şualar - 345
Bu dünyada hususan
bu zamanda, hususan musibete düşenlere ve bilhâssa Nur şakirdlerindeki dehşetli
sıkıntılara ve me'yusiyetlere karşı en tesirli çare,
birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve
fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem
sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır.
Mabeynimizdeki
hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.
Madem ben size bütün
kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatımı
ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeğe karar
verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz.
Hattâ kasemle temin
ederim ki: Sekiz gündür Nur'un iki rüknü zahirî birbirine nazlanmak ve teselli
yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâdisenin bu sırada benim kalbime verdiği
azab cihetiyle, "Eyvah, eyvah! El-Aman, el-Aman! Yâ Erhamerrâhimîn meded!
Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin
kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle
doldur." diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.
Ey demir gibi
sarsılmaz kardeşlerim!
Bana yardım ediniz. Mes'elemiz çok naziktir.
Ben sizlere çok
güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı manevînize bırakmıştım.
Siz de, bütün
kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor.
Gerçi hâdise pek
cüz'î ve geçici ve küçük idi.
Fakat
saatimizin zenbereğine ve gözümüzün hadekasına gelen bir saç, bir zerrecik dahi
incitir.
Ve bu noktada
ehemmiyetlidir ki, maddî üç patlak ve manevî üç müşahedeler tam tamına haber
verdiler.
Said Nursî
Şualar – 498
Aziz, sıddık, muhlis
kardeşlerim!
Bizler imkân
dairesinde bütün kuvvetimizle Lem'a-i İhlas'ın düsturlarını ve hakikî ihlasın
sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmek, vücub derecesine gelmiş.
Kat'î haber aldım
ki, üç aydan beri buradaki has kardeşleri birbirine karşı meşreb veya fikir
ihtilafıyla bir soğukluk vermek için üç adam tayin edilmiş.
Hem metin Nurcuları
usandırmakla sarsmak ve nazik ve tahammülsüzleri evhamlandırmak ve hizmet-i
Nuriyeden vazgeçirmek için sebebsiz mahkememizi uzatıyorlar.
Sakın
sakın!. Şimdiye kadar mabeyninizdeki fedakârane uhuvvet ve samimane muhabbet
sarsılmasın.
Bir zerre
kadar olsa bile, bize büyük zarar olur.
Çünki pek az bir
sarsıntı, Denizli'de (......) gibi hocaları yabanileştirdi.
Bizler birbirimize
-lüzum olsa- ruhumuzu feda etmeğe, hizmet-i Kur'aniye
ve imaniyemiz iktiza ettiği halde,
sıkıntıdan veya
başka şeylerden gelen titizlikle hakikî fedakârlar birbirine karşı küsmeğe
değil, belki kemal-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır;
muhabbetini, samimiyetini
ziyadeleştirmeğe çalışır.
Yoksa habbe kubbe
olup tamir edilmeyecek bir zarar verebilir.
Sizin ferasetinize
havale edip kısa kesiyorum.
Said Nursî
Şualar - 500
Aziz, sıddık
kardeşlerim Hüsrev ve Mehmed Feyzi, Sabri!
Ben sizlere bütün
kanaatımla itimad edip istirahat-i kalble kabre girmek ve Nurların selâmetini
size bırakmak bekliyordum ve hiçbir şey sizi birbirinden ayırmayacak
biliyordum.
Şimdi
dehşetli bir plânla, Nur'un erkânlarını birbirinden soğutmak için resmen bir
iş'ar var.
Madem sizler lüzum
olsa birbirinize hayatınızı, kuvvet-i sadakatınız ve
Nurlara şiddetli alâkanızın muktezası olarak feda edersiniz.
Elbette
gayet cüz'î ve geçici ve ehemmiyetsiz hissiyatınızı feda etmeğe mükellefsiniz.
Yoksa kat'iyyen
bizlere bu sırada büyük zararlar olacağı gibi, Nur dairesinden ayrılmak
ihtimali var diye titriyorum.
Üç günden beri hiç
görmediğim bir sıkıntı beni tekrar sarsıyordu. Şimdi kat'iyyen bildim ki, göze
bir saç düşmek gibi az bir nazlanmak sizin gibilerin mabeyninde hayat-ı Nuriyemize bir bomba olur.
Hattâ size bunu da
haber vereyim: Geçen fırtına ile bizi alâkadar göstermeğe çok çalışılmış.
Şimdi,
mabeyninizde az bir yabanilik atmağa çabalıyorlar.
Ben sizin hatırınız
için herbirinizden on derece ziyade zahmet çektiğim halde, sizden hiçbirinizin
kusuruna bakmamağa karar verdim.
Siz dahi, haklı ve
haksız olsa benlik yapmamak, üstadımız olan şakirdlerin şahs-ı manevîsi namına
istiyorum.
Eğer o acib yerde
beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlar, biriniz Tahirî'nin koğuşuna
gidiniz.
Said Nursî
Şualar – 504
Aziz, sıddık,
sarsılmaz kardeşlerim!
Sizi ruh u canımla
tebrik ederim ki, çabuk yaramızı tedavi ettiniz.
Ben de bu gece
şifadan tam ferahlandım. Zâten "Medresetü'z-Zehra" tevessü' edip,
hakikî ihlas ve tam fedakârane terk-i enaniyeti ve tevazu-u tâmmı daire-i
Nur'da aşılıyor, neşreder.
Elbette gayet cüz'î
ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini ve uhuvvet
alâkasını bozamaz ve İhlas Lem'ası bu noktada mükemmel nâsihtir.
Şimdi en
ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân,
Nur
talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde
birbirinden ayırmaktır.
Gerçi gayet cüz'î
bir nazlanmak oldu. Fakat göze bir saç düşse başa düşen bir taş kadar incitir
ki, büyük bir hâdise hükmünde mataram haber verdi.
Merhum Hâfız Ali'nin
(R.H.) küçücük böyle bir halden, vefatından bir parça evvel şekvası, o vakitten
beri belki yüz defa hatırıma gelip beni müteessir etmiş.
Said Nursî
Şualar – 511
Aziz, sıddık
kardeşim Re'fet Bey!
Kur'an-ı
Azîmüşşan'ın hürmetine ve alâka-i Kur'aniyenizin hakkına ve Nurlar ile yirmi
sene zarfında imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük
fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci' ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan
birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve
geçiriniz.
Yoksa bir dirhem
şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur'aniyeye ve
imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir.
Sizi kasemle temin
ederim ki; biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve şahsımın haysiyetini
bütün bütün kırsa, fakat hizmet-i Kur'aniye ve imaniye ve Nuriyeden vazgeçmezse
ben onu helâl ederim, barışırım, gücenmemeğe çalışırım.
Madem cüz'î bir yabanilikten
düşmanlarımız istifadeye çalıştıklarını biliyorsunuz, çabuk barışınız. Manasız,
çok zararlı nazlanmaktan vazgeçiniz.
Yoksa bir kısmımız
Şemsi, Şefik, Tevfik gibi; muarızlara sureten iltihak
edip, hizmet-i imaniyemize büyük bir zarar ve noksaniyet olacak.
Madem inayet-i
İlahiye şimdiye kadar bir zayiata bedel çokları o sistemde vermiş. İnşâallah
yine imdadımıza yetişir.
Said Nursî
Şualar – 512
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık
kardeşlerim Re'fet, Mehmed Feyzi, Sabri!
Ben şiddetli bir
işaret ve manevî bir ihtarla sizin üçünüzden Risale-i Nur'un hatırı ve bu
bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki, dehşetli
yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız.
Çünki gizli
düşmanlarımız iki plânı takib edip..
biri beni
ihanetlerle çürütmek;
ikincisi,
mabeynimize bir soğukluk vermektir.
Başta Hüsrev
aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır.
Ben size ilân ederim
ki; Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki
şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim
aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki, benim
sobamın parçalanması gibi acib, sebebsiz bir hâdise başıma geldi.
Ve bana yapılan bu
son işkence dahi, bu manasız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine
kanaatım var.
Dehşetli bir parmak
buraya, hususan altıncıya karışıyor.
Beni bu bayramımda
ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.
Said Nursî
Şualar – 517
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarımda firdevs meyveleri gibi hoştur,
kıymetlidir. Benim sizler hakkında büyük ümidlerimi ve davalarımı tasdik ve
tahkik ettiği gibi, tesanüdün
kuvvetini pek güzel gösterdi.
O mübarek kalemler birleştikçe, üç-dört eliflerin birleşmesi gibi üç-dört
yüz kıymetini bu kadar ağır tazyikat altında izhar eyledi.
Ve bu
müşevveş şerait içinde vahdetinizi muhafaza eden halet-i ruhiye, dünkü davamı
isbat ediyor.
Evet
-temsilde hata yok- nasılki büyük bir veli, küçük bir ashab kadar hizmet-i
İslâmiyede Ehl-i Sünnetçe mevki almadığı gibi, aynen öyle de:
"Bu
zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüd ve
ittihadı muhafaza eden bir hâlis kardeşimiz, bir veliden ziyade mevki
alıyor."
diye
kanaatım gelmiş ve siz daima bu kanaatımı takviye ediyorsunuz.
Cenab-ı Hak, sizlerden ebediyen razı olsun, âmîn!
Şualar - 317