Kar'ı, Pek Bâridane ve Tatsız Telakki Ederler
ﺭَﺑِّﻰ
ﻭَﺍﺣِﺪٌ Rabbim birdir.
Evet
herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîm'e olan teslimiyete bağlıdır.
Aksi takdirde pek
çok rablere muhtaç olur. Çünki insan, câmiiyeti itibariyle bütün eşyaya
ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve her şeye karşı (hissederek veya etmeyerek)
teessürü elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir halettir.
Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhid'e teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.
Mesnevi-i Nuriye –
52
ﻟَﻪُ
ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ Yani: Mülk umumen onundur. Sen, hem onun
mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.
Şu kelime, şöyle
şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma.
Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza
edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise
beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır.
O
Mâlik, hem Kadîr'dir, hem Rahîm'dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham
etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden
müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm'in mülküdür.
Mülkü
sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını değil, safasını çek.
O hem
Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.
Dehşet
aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel
eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Mektubat – 224
İbadetin çendan
zahirî bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir
rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünki âbid, namazında der:
ﺍَﺷْﻬَﺪُ ﺍَﻥْ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟٰﻪَ ﺍِﻟﺎَّ
ﺍﻟﻠّٰﻪُ
Yani: "Hâlık
ve Rezzak, ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, onun
elindedir.
O hem Hakîm'dir,
abes iş yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsanı, merhameti çoktur" diye itikad
ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur. Dua ile çalar.
Hem her
şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder.
Tevekkül
ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder.
İmanı,
ona bir emniyet-i tamme verir.
Evet
her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir.
Her
seyyiat gibi cebanetin dahi menbaı, dalalettir.
Evet
tam münevverü'l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki,
onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedaniyeyi, lezzetli bir hayret ile
seyredecek.
Fakat
meşhur bir münevverü'l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise; gökte bir
kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız Arzımıza
çarpmasın mı?" der; evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika
titredi. Çokları gece vakti hanelerini terkettiler.)
Sözler – 18
Madem, perdelerin birbirine temaşa eder pencereleri var. Ve isimler birbiri içinde görünüyor. Ve şuunat, birbirine bakar. Ve temessülât, birbiri içine girer. Ve unvanlar, birbirini ihsas eder. Ve zuhurat, birbirine benzer. Ve tasarrufat, birbirine yardım edip itmam eder. Ve rububiyetin mütenevvi terbiyeleri, birbirine imdad edip muavenet eder.
Elbette
gerektir ki, Cenab-ı Hakk'ı bir isimle, bir unvan ile, bir rububiyetle ve
hâkeza.. tanısa, başka unvanları, rububiyetleri, şe'nleri, içinde inkâr
etmesin.
Belki,
herbir ismin cilvesinden sair esmaya intikal etmezse zarar eder.
Meselâ:
Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse gaflet ve tabiat
dalaletine düşebilir.
Belki
lâzım gelir ki, onun nazarı, daima karşısında ﻫُﻮَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﻠّٰﻪُ okusun, görsün.
Onun
kulağı herşeyden ﻗُﻞْ ﻫُﻮَ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍَﺣَﺪٌ dinlesin, işitsin.
Onun
lisanı ﻟﺎَٓ ﺍِﻟٰﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮ ﺑَﺮَﺍﺑَﺮْ ﻣِﻴﺰَﻧَﺪْ ﻋَﺎﻟَﻢْ desin, ilân etsin.
Sözler – 333
(Hâdisatta, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Rahîm, Hakîm, Adl isimlerini görmezse;)
Elbette
gerektir ki, Cenab-ı Hakk'ı bir isimle, bir unvan ile, bir rububiyetle ve
hâkeza.. tanısa, başka unvanları, rububiyetleri, şe'nleri, içinde inkâr
etmesin.
Belki,
herbir ismin cilvesinden sair esmaya intikal etmezse zarar eder.
Meselâ:
Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse gaflet ve tabiat
dalaletine düşebilir.
Sözler – 333
ﺍَﺣْﺴَﻦَ ﻛُﻞَّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺧَﻠَﻘَﻪُ
âyetinin bir
sırrını izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde,
hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır.
Evet
kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir.
Veya
neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir.
Bir
kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde
altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.
Ezcümle:
Bahar mevsiminde
fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve
muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı,
hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı
olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar
çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle
beraber, o kış perdesi altında nâzenin taze güzel bir bahara yer ihzar
etmektir.
Fırtına,
zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî
çiçeklerin inkişafı vardır.
Tohumlar
gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen
hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir.
Güya
umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur.
Fakat insan, hem
zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder.
Hodgâmlık
cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna
hükmeder.
Halbuki eşyanın
insana aid gayesi bir ise, Sâni'inin esmasına aid binlerdir.
Meselâ: Kudret-i
Fâtıranın büyük mu'cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız
telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar.
Meselâ: Atmaca
kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun
istidadı, o taslit ile inkişaf eder.
Meselâ: Kar'ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler.
Halbuki
o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi
tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.
Sözler – 231
Herbir
unsurun, herbir nev'in, herbir mevcudun, küllî ve cüz'î müteaddid vazifeleri ve
o herbir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var.
Ve
ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler.
Ve az
bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye
müstehak olanlara veya çok hayırları sünbül vermeye vesile olanlara rastgelir.
Zahirî, cüz'î bir şer, bir çirkinlik olur; bir merhametsizlik görünür.
Eğer o cüz'î şer
gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcud o vazifesinden
men'edilse; o vakit bütün hayırlı, güzel sair neticeleri vücud bulmaz. Bir
hayrın ademi şer ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibariyle; o
neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur.
Demek
bir tek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâb edilir ki;
bütün bütün hikmete, maslahata, rububiyetteki rahmete muhalif düşer.
Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri,
maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû'-i ihtiyarlarıyla
kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa, ateşin hilkatinde
rahmet yoktur dese; ateşin hadd ü hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı,
merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur.
Şualar – 610
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Hiçbir
insanın Cenab-ı Hakk'a karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva ve şikayete de
haddi yoktur. Çünki şikayet eden ferdin hilaf-ı hevesini iktiza eden nizam-ı
âlemde binlerce hikmet vardır.
O ferdi
irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için, bin
hikmet feda edilemez.
ﻭَ ﻟَﻮِ ﺍﺗَّﺒَﻊَ ﺍﻟْﺤَﻖُّ ﺍَﻫْﻮَٓﺍﺀَﻫُﻢْ
ﻟَﻔَﺴَﺪَﺕِ ﺍﻟﺴَّﻤٰﻮَﺍﺕُ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﺭْﺽُ
Eğer
her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada
gider.
Ey
müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz'î hevesini külliyat-ı
kâinata mühendis mi yapıyorsun?
Kokmuş
olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun?
Ne
biliyorsun ki, zannettiğin nimet nıkmet olmasın.
Senin
ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin
için, felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin!..
Mesnevi-i Nuriye –
192
[Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suale gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevabdır.]
Sualin Birinci
Şıkkı:
Bu
makamda diyorsun ki: Kâinatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata
etmiştir. Halbuki gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve
hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?
Elcevab:
Çok güzellikleri
intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok
güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebeb olan bir çirkinliğin yok
olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir.
Meselâ; vâhid-i
kıyasî gibi bir kubh bulunmazsa, hüsnün hakikatı bir tek nevi olur; pek çok
mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder.
Nasılki soğuğun vücuduyla, hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla
ziyanın dereceleri tezahür eder.
Aynen
öyle de: Cüz'î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, küllî
hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür
ederler. Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünki, neticelerin çoğu
güzeldir.
Evet
yağmurdan zarar gören tenbel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı
neticelerini hükümden ıskat etmez; rahmeti zahmete çeviremez.
Şualar – 30
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Mademki her şeyin
Allah'tan olduğunu bilirsin ve ona iz'anın vardır.
Zararlı
menfaatli her şeyi tahsin ve hüsn-ü rıza ile kabul etmek lâzımdır.
Ve
illâ, gaflete düşmeye mecbur olursun.
Bunun
için esbab-ı zahiriye vaz'edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür.
Kâinat
hâdiselerinden insanın heva ve hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan
kısımdan daha çoktur.
Eğer heva sahibi,
bu esbab-ı zahiriyeyi görüp Müsebbibü'l-Esbab'dan gaflet etmese, itirazlarını
tamamen Allah'a tevcih eder.
Mesnevi-i Nuriye -
236
Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?
Elcevab:
Hâşâ!
Mülk Onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
Hem acaba:
San'atkâr bir zât, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet
san'atkârane yaptığı murassa' bir libası sana giydiriyor, hünerini, maharetini
göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor.. seni oturtuyor,
kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki: "Beni güzelleştiren elbiseyi
çirkinleştirdin; bana, oturtup kaldırmakla zahmet verdin"? Elbette
diyemezsin. Dersen, divanelik edersin.
Aynen
öyle de: Sâni'-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa' gayet
san'atkârane bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının nakışlarını
göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder..
bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i
esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor.
Sen eğer desen:
"Beni ne için bu mesaibe mübtela ediyorsun?" Temsilde işaret edildiği
gibi, yüz hikmet seni susturacak.
Zâten
sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır.
Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır.
Hayat,
harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder.
Hayat
cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur,
inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem
olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.
Mektubat – 44
Fakat
insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle
hükmeder.
Hodgâmlık
cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna
hükmeder.
Halbuki
eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâni'inin esmasına aid binlerdir.
Sözler – 232
Ben tahmin
ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i
kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i
iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır.
Bunların
içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine sadakatla
girenlerdir.
Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan
aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i
İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i
adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile,
rububiyet-i İlahiyenin
icraatından olan musibetlere karşı
teslimiyetle, gülerek
karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar.
Ve merhamet-i İlahiyeden daha
ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler.
İşte buna binaen, değil yalnız
hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini
isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur'un imanî ve Kur'anî derslerinde
bulabilirler ve buluyorlar.
Kastamonu – 123