Leyle-i Regaib (En Mergub Meta)
Hem görüyorsun ki; o
zât her günde, o kıymetdar tezyinatın çoğunu tahrib eder. Yeni gelecek
misafirlere, yeni tezyinatı icad eder. Bunu gördükten sonra hiç şübhen kalır mı
ki: Bu yolda bu hanı yapan zâtın daimî pek âlî menzilleri, hem tükenmez, pek
kıymetli hazineleri, hem müstemir, pek büyük bir sehaveti vardır.
Şu handa gösterdiği ikram ile, misafirlerini kendi yanında bulunan şeylere iştihalarını açıyor ve onlara hazırladığı hediyelere rağbetlerini uyandırıyor.
Sözler – 74
(Peygamberler vasıtasıyla kendisini tanıttırması ve sevdirmesiyle de Cenab-ı Hak, kendisine, esmasına ve nimetlerine rağbetleri uyandırıyor;)
Bu masnuata, hususan
hayvanat ve nebatata bakıyoruz, görüyoruz ki: Kasd ve iradeyi gösteren ve ilim
ve hikmeti bildiren daimî bir tezyin, bir süslemek ve tesadüfe hamli imkânsız
bir tanzim, bir güzelleştirmek hükmediyor.
Hem kendi san'atını
beğendirmek ve nazar-ı dikkati celbetmek ve masnuunu ve seyircilerini memnun
etmek için her şeyde öyle bir nazik san'at ve ince hikmet ve âlî zînet ve
şefkatli bir tertib ve tatlı vaziyet görünüyor; bedahet derecesinde anlaşılır
ki,
kendini
zîşuurlara bildirmek ve tanıttırmak isteyen perde-i gayb arkasında öyle bir
san'atkâr var ki, herbir san'atıyla çok hünerlerini ve kemalâtını teşhir ile kendini
sevdirmek ve medh ü senasını ettirmek ister.
Şualar – 79
Hem
bütün mahlukatın yüzüne tebessüm eden bütün zînetli nebatat ve hayvanattaki
tezyinat ve gösterişler, bilbedahe perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel
san'atlar ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zât-ı
Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ederler.
Demek
eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler; tanıttırmak ve sevdirmek
sıfatlarına kat'iyyen delalet eder.
Sevdirmek
ve tanıttırmak sıfatları ise; bilbedahe Vedud, Maruf bir Sâni'-i Kadîr'in
vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.
Sözler – 680
Şu
handa gösterdiği ikram ile, misafirlerini kendi yanında bulunan şeylere
iştihalarını açıyor ve onlara hazırladığı hediyelere rağbetlerini uyandırıyor.
Sözler - 74
"Ey ahali!
Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla,
kendini size tanıttırmak istiyor.
Siz
dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız.
Hem şu tezyinatla
kendini size sevdirmek istiyor.
Siz
dahi onun san'atını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.
Hem bu gördüğünüz
ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor.
Siz
dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.
Hem şu görünen
in'am ve ikramlar ile, size şefkatini ve merhametini
gösteriyor.
Siz
dahi şükür ile ona hürmet ediniz.
Hem şu
kemalâtının âsârıyla, manevî cemalini size göstermek
istiyor.
Siz
dahi onu görmeğe ve teveccühünü kazanmağa iştiyakınızı gösteriniz.
Hem bütün şu
gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî
hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve
kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi
olduğunu size göstermek istiyor.
Siz
dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz bîhemta tanıyınız ve kabul
ediniz."
Daha bunun gibi, ona
ve o makama münasib sözleri seyircilere söyledi.
Sözler – 121
hakikî
insan içinde geçmiş vezaifi en a'zamî bir derecede, en ekmel bir surette îfa
eden zât;
Sözler – 578
(Cenab-ı Hakk’a karşı en şiddetli rağbeti olan ve insanların Cenab-ı Hakk’a rağbetini uyandıran kimdir;)
Onuncu Söz'ün İkinci
İşaretinde işaret edildiği gibi: Uluhiyet, mukteza-yı hikmet olarak tezahür
istemesine mukabil, en a'zamî bir derecede Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) dinindeki
a'zamî ubudiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir.
Hem Hâlık-ı
Âlem'in nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile göstermek, mukteza-yı hikmet
ve hakikat olarak istemesine mukabil; en güzel bir
surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe o zâttır.
Hem Sâni'-i
Âlem'in nihayet cemalde olan kemal-i san'atı üzerine enzar-ı dikkati celb
etmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir
sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zâttır.
Hem bütün
âlemlerin Rabbi, kesret tabakatında vahdaniyetini ilân etmek istemesine
mukabil, -tevhidin en a'zamî bir derecede- bütün
meratib-i tevhidi ilân eden yine bizzarure o zâttır.
Hem
Sahib-i Âlem'in nihayet derecede âsârındaki cemalin işaretiyle, nihayetsiz
hüsn-ü zâtîsini ve cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde
mukteza-yı hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil; en
şaşaalı bir surette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren
yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu saray-ı
âlemin Sâni'i, gayet hârika mu'cizeleri ile ve gayet kıymetdar cevahirler ile
dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını
tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en a'zamî
bir surette teşhir edici ve tavsif edici ve tarif edici yine bilbedahe o
zâttır.
Hem şu kâinatın
Sâni'i, şu kâinatı enva'-ı acaib ve zînetlerle süslendirmek suretinde yapması
ve zîşuur mahlukatını seyr ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal
etmesi ve mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiinin manalarını,
kıymetlerini, ehl-i temaşa ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil; en a'zamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve
melaikelere de Kur'an-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedahe o
zâttır.
Hem şu kâinatın
Hâkim-i Hakîm'i, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksad ve gayeyi tazammun eden
tılsım-ı muğlakını ve mevcudatın "Nereden? Nereye? Ve ne oldukları?"
olan şu üç sual-i müşkilin muammasını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara
açtırmak istemesine mukabil, en vâzıh bir surette ve en
a'zamî bir derecede hakaik-i Kur'aniye vasıtasıyla o tılsımı açan ve o muammayı
halleden, yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu âlemin
Sâni'-i Zülcelal'i, bütün güzel masnuatıyla kendini zîşuur olanlara tanıttırmak
ve kıymetli nimetlerle kendini onlara sevdirmesi, bizzarure onun mukabilinde
zîşuur olanlara marziyatı ve arzu-yu İlahiyelerini bir elçi vasıtasıyla
bildirmesini istemesine mukabil, en a'lâ ve ekmel bir
surette, Kur'an vasıtasıyla o marziyat ve arzuları beyan eden ve getiren, yine
bilbedahe o zâttır.
Hem Rabbü'l-Âlemîn,
meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs'at-i istidad verdiğinden
ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete ve dünyaya
mübtela olduğundan, bir rehber vasıtasıyla, yüzlerini kesretten vahdete,
fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en a'zamî
bir derecede, en eblağ bir surette, Kur'an vasıtasıyla en ahsen bir tarzda
rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda îfa eden, yine
bilbedahe o zâttır.
İşte
mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve
zîşuur içinde en eşref olan hakikî insan ve hakikî insan içinde geçmiş vezaifi
en a'zamî bir derecede, en ekmel bir surette îfa eden zât; elbette o mi'rac-ı
azîm ile Kab-ı Kavseyn'e çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazine-i
rahmetini açacak, imanın hakaik-i gaybiyesini görecek, yine o olacaktır.
Sözler – 576
(Rağbeti neticesi Peygamber Efendimiz’in (Asm) mazhariyeti;)
İşte
mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve
zîşuur içinde en eşref olan hakikî insan ve hakikî insan içinde geçmiş vezaifi
en a'zamî bir derecede, en ekmel bir surette îfa eden zât; elbette o mi'rac-ı
azîm ile Kab-ı Kavseyn'e çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazine-i
rahmetini açacak, imanın hakaik-i gaybiyesini görecek, yine o olacaktır.
Sözler – 578
(Cenab-ı Hak kime kuvvetli rağbet eder;)
Bilmüşahede şu
masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede süslü tezyinat vardır. Ve
bilbedahe şöyle tahsinat ve tezyinat, onların Sâni'inde gayet şiddetli bir
irade-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir.
Ve irade-i tahsin ve tezyin ise, bizzarure
o Sâni'de san'atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu
gösterir.
Ve masnuat
içinde en câmi' ve letaif-i san'atı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren
ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri "Mâşâallah"
deyip istihsan eden, bilbedahe o san'atperver ve san'atını çok seven Sâni'in
nazarında en ziyade mahbub, o olacaktır.
İşte masnuatı yaldızlayan mezaya
ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemalâta karşı:
"Sübhanallah, Mâşâallah, Allahu Ekber" diyerek semavatı çınlattıran
ve Kur'anın nağamatıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile, tefekkür
ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren yine
bilmüşahede o zâttır.
İşte böyle bir zât
ki: ﺍَﻟﺴَّﺒَﺐُ ﻛَﺎﻟْﻔَﺎﻋِﻞِ sırrınca bütün ümmetin işlediği hasenatın bir
misli, onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salavatı, onun manevî
kemalâtına imdad veren ve risaletinde gördüğü vezaifin netaicini ve manevî
ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlahiyenin nihayetsiz feyzine mazhar
olan bir zât, elbette Mi'rac merdiveniyle Cennet'e, Sidretü'l-Münteha'ya, Arş'a
ve Kab-ı Kavseyn'e kadar gitmek,ayn-ı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir.
Sözler – 578
Ve irade-i tahsin ve tezyin ise, bizzarure
o Sâni'de san'atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu
gösterir.
Sözler – 578
ﺍِﻥْ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗُﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟﻠّٰﻪَ ﻓَﺎﺗَّﺒِﻌُﻮﻧِﻰ
ﻳُﺤْﺒِﺒْﻜُﻢُ ﺍﻟﻠّٰﻪُ
Madem kâinatta hüsn-ü san'at, bilmüşahede vardır ve
kat'îdir. Elbette risalet-i Ahmediye (A.S.M.), şuhud derecesinde bir
kat'iyyetle sübutu lâzım gelir.
Zira şu güzel
masnuattaki hüsn-ü san'at ve zînet-i suret gösteriyor ki: Onların san'atkârında
ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır.
Ve şu
irade ve taleb ise; o Sâni'de, ulvî bir muhabbet ve masnu'larında izhar ettiği
kemalât-ı san'atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor.
Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat
içinde en münevver ve mükemmel ferd olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz
etmek ister.
İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir. Meyve
ise, en cem'iyetli ve en uzak ve en ziyade nazarı âmm ve şuuru küllî bir
cüz'üdür.
Nazarı âmm ve şuuru küllî zât
ise, o San'atkâr-ı Zülcemal'e muhatab olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm
nazarını tamamen Sâni'in perestişliğine ve san'atının istihsanına ve nimetinin
şükrüne sarfeden en yüksek, en parlak bir ferd olabilir.
Şimdi iki levha, iki
daire görünüyor. Biri: Gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet
musanna', murassa' bir levha-i san'at...
Diğeri: Gayet
münevver, müzehher bir daire-i ubudiyet ve gayet vâsi', câmi' bir levha-i
tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır ki, ikinci daire bütün
kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
İşte o
Sâni'in bütün makasıd-ı san'atperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne
derece o Sâni' ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbub ve makbul
olduğu bilbedahe anlaşılır.
Acaba hiç
akıl kabul eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san'atperver, hattâ ağzın
her çeşit tadını nazara alan in'amperver san'atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak
bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir
zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârane ona müteveccih olan en güzel
masnuuna karşı lâkayd kalsın ve onunla konuşmasın ve alâkadarane onu resul
yapıp, güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin? Kellâ!
Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil.
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﺪِّﻳﻦَ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟْﺎِﺳْﻠﺎَﻡُ
٭ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻣَﻌَﻪُ
Sözler – 232
Ve şu irade ve taleb ise; o
Sâni'de, ulvî bir muhabbet ve masnu'larında izhar ettiği kemalât-ı san'atına
karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor.
Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve
mükemmel ferd olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister.
Sözler – 232
(Temerküzü;)
İşte Sâni'-i
Mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecelli-i muhabbetin bütün enva'ını bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün enva'-ı
cemalini, ehadiyet sırrıyla göstermek için; şecere-i hilkatten bir meyve-i
münevver derecesinde ve kalbi, o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek
bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde'-i evvel olan çekirdekten, tâ münteha
olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisal hükmünde olan bir Mi'rac ile, o ferdin kâinat namına mahbubiyetini göstermek ve
huzuruna celbetmek ve rü'yet-i cemaline müşerref
etmek ve ondaki halet-i kudsiyeyi başkasına sirayet ettirmek için kelâmıyla taltif edip, fermanıyla tavzif etmektir.
Sözler – 573
(Cenab-ı Hak’a şiddetli rağbet eden ve kendisine kuvvetli rağbet edilen Zât’ı (Asm);)
Mi'rac
ile, o ferdin kâinat namına
mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celbetmek ve rü'yet-i
cemaline müşerref etmek ve ondaki halet-i kudsiyeyi başkasına sirayet
ettirmek için kelâmıyla taltif edip, fermanıyla tavzif
etmektir.
Sözler – 573
(Bu sırra muvafık olarak, şuhur-u selâsede; Leyle-i Regaib ile başlanıp, Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berat ile Leyle-i Kadr'e vâsıl ve mazhar olunur;)
Acaba hiç
akıl kabul eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san'atperver, hattâ ağzın
her çeşit tadını nazara alan in'amperver san'atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak
bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir
zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârane ona müteveccih olan en güzel
masnuuna karşı lâkayd kalsın ve onunla konuşmasın ve alâkadarane onu resul
yapıp, güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin?
Kellâ!
Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil.
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﺪِّﻳﻦَ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟْﺎِﺳْﻠﺎَﻡُ
٭ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻣَﻌَﻪُ
Sözler – 233
(Sahabe Efendilerimiz’in Cenab-ı Hakk’a rağbetleri, ne ile tezâhür etmiştir;)
Nasılki çarşıda
mevsimlere göre, birer meta mergub oluyor. Vakit
be-vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de, âlem meşherinde, içtimaiyat-ı
insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda birer meta' mergub olup revaç buluyor. Sûkunda yani çarşısında
teşhir ediliyor, rağbetler ona celboluyor,
nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor.
Meselâ: Şu zamanda
siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi...
Ve selef-i
sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz'ın
marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u
nübüvvet ve Kur'an ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki
saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek idi.
İşte o
zamanda zihinler, kalbler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle, yerler ve gökler
Rabbinin marziyatını anlamağa müteveccih olduğundan; içtimaiyat-ı beşeriyenin sohbetleri,
muhavereleri, vukuatları, ahvalleri ona bakıyordu.
Sözler – 481
(Cenab-ı Hakk’ı tanıttırmak ve sevdirmek ile, O’na insanların rağbetleri uyandırmak vazifesini yapanlar;)
Evet
ﻋُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻛَﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ
ﺑَﻨِٓﻰ ﺍِﺳْﺮَٓﺍﺋﻴِﻞَ
ferman etmiş. Gavs-ı
A'zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten
büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi, kıymetdar
irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler.
O zamanlar bir
cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve
kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş.
Şimdi ise
aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevî
hükmünde bulunan Risaletü'n-Nur'u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd
manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş.
Bu sırra
binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir
dümdarlık vazifesi var.
Kastamonu – 7
(Risale-i Nur’un azîm bir vazifesi, Cenab-ı Hakk’a insanların rağbetlerini uyandırmak;)
Hem o dersi
dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur çok mahlukatı vardır
ki, hakaik-i imaniyenin istima'ından çok zevk alırlar. Sizin o kısım ders
arkadaşınız ve müstemi'leriniz çoktur. Hem mütefekkirane, o çeşit sohbet-i
imaniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten
biri demiş:
ﺁﺳْﻤَﺎﻥْ ﺭَﺷْﻚْ ﺑَﺮَﺩْ ﺑَﻬْﺮِ ﺯَﻣِﻴﻦْ
ﻛِﻪ ﺩَﺍﺭَﺩْ
ﻳَﻚْ ﺩُﻭ ﻛَﺲْ ﻳَﻚ ﺩُﻭ ﻧَﻔَﺲْ ﺑَﻬْﺮِ ﺧُﺪَﺍ
ﺑَﺮْ ﻧِﺸِﻴﻨَﻨْﺪْ
Yani:
Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde hâlisen lillah sohbet ve zikir ve
tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber
otururlar; kendi Sâni'-i Zülcelal'inin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok
hikmetli ve süslü eser-i san'atını birbirine göstererek
Sâni'lerini
sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.
Barla – 260
(Bu vazifeyi yaparken;)
Cemaata
Sözler'i okumak zamanında, sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve
fedakârane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki:
Velayet-i
kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envârı altına girdiğin
içindir.
O vakit
sen, dellâl-ı Kur'an Said'in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.
Barla - 253
ﻋُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻛَﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﺑَﻨِٓﻰ ﺍِﺳْﺮَٓﺍﺋﻴِﻞَ
“Ümmetimin âlimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.”
Sizin, bu mübarek
şuhur-u selâse ve içindeki kıymetdar leyali-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i
Regaib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmîn.
Kastamonu - 84