Leyle-i Beratın Bir Kandili
Meselâ:
ﻭَﻟﺎَ ﺭَﻃْﺐٍ ﻭَﻟﺎَ ﻳَﺎﺑِﺲٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻓِﻰ ﻛِﺘَﺎﺏٍ ﻣُﺒِﻴﻦٍ ٭ ﻭَﻛُﻞَّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍَﺣْﺼَﻴْﻨَﺎﻩُ ﻓِٓﻰ ﺍِﻣَﺎﻡٍ ﻣُﺒِﻴﻦٍ ٭ ﻟﺎَ ﻳَﻌْﺰُﺏُ ﻋَﻨْﻪُ ﻣِﺜْﻘَﺎﻝُ ﺫَﺭَّﺓٍ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤٰﻮَﺍﺕِ ﻭَﻟﺎَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻭَﻟﺎَٓ ﺍَﺻْﻐَﺮُ ﻣِﻦْ ﺫٰﻟِﻚَ ﻭَﻟﺎَٓ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍِﻟﺎَّ ﻓِﻰ ﻛِﺘَﺎﺏٍ ﻣُﺒِﻴﻦٍ
gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: "Bütün eşya, bütün ahvaliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor." demek olan hakikat-i âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelal, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bâhusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlukatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde manevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, manevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemal-i intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz.
Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve
mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil'in eliyle takılıp koparılıyor;
konup kaldırılıyor.
Sözler – 163
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye'de ders arkadaşlarım!
Bu gelen gece olan Leyle-i Berat,
bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı
nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir.
Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de
otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat'ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i
Kur'anın sevabı yirmibine çıkar.
Sair vakitte on ise, şuhur-u
selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin
veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir.
Onun için elden geldiği kadar
Kur'anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.
Said Nursî
Şualar – 505
Leyle-i Berat, bütün senede bir
kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev'inden olması...
Şualar – 505
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Sizin Leyle-i Berat'ınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik
eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr'i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha
hayırlı olmasını ve defter-i a'malimize böyle geçmesini Cenab-ı Hak'tan niyaz
ediyoruz ve böylece, bayrama kadar
ﺍَﻟﻠّٰﻬُﻢَّ ﺍﺟْﻌَﻞْ ﻟَﻴْﻠَﺔَ ﻗَﺪْﺭِﻧَﺎ
ﻓِﻰ ﻫٰﺬَﺍ ﺍﻟﺮَّﻣَﻀَﺎﻥَ ﺧَﻴْﺮًﺍ ﻣِﻦْ ﺍَﻟْﻒِ ﺷَﻬْﺮٍ ﻟَﻨَﺎ ﻭَ ﻟِﻄَﻠَﺒَﺔِ ﺍﻟﺮَّﺳَٓﺎﺋِﻞِ
ﺍﻟﻨُّﻮﺭِ ﺍﻟﺼَّﺎﺩِﻗِﻴﻦَ
duasını etmeye niyet ettik.
Kastamonu – 91
Bu şuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor.
Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenab-ı Hak her
bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar
kıymetdar eylesin, âmîn.
Kastamonu – 86
Evet bu küre-i arza memuriyetle gönderilen her insan, burada
misafir ve fâni olduğu ve mahiyeti bir hayat-ı bâkiyeye müteveccih bulunduğu
kat'iyyen tahakkuk etmiştir. O her insan, bu zamanda hayat-ı ebediyesini
kurtaracak olan istinad noktaları sarsıldığından bu dünyasını ve içinde bütün
alâkadar ahbabını ebedî terketmekle beraber, bu dünyadan binler derece daha
mükemmel bir bâki mülkü de kaybetmek veya kazanmak davası başına açılmış. Eğer iman vesikası olmazsa ve beratı ve senedi olan itikadı
sağlam bir surette elde etmezse, o davayı kaybeder. Acaba bu kaybettiği
şeyin yerini hangi şey doldurabilir?
İşte bu hakikata binaen, benim ve kardeşlerimin herbirimizin
yüz derece aklı ve fikri ziyadeleşse, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine
ancak kâfi gelebilir. Sair mes'elelere bakmak, bize fuzulî ve malayani olur.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi – 192
..iman vesikası olmazsa ve beratı ve
senedi olan itikadı
Sikke-i Tasdik-i Gaybi – 192
İKİNCİ REMZ:
Kur'anın El-Âyetü'l-Kübra'sı olan
ﺗُﺴَﺒِّﺢُ ﻟَﻪُ ﺍﻟﺴَّﻤٰﻮَﺍﺕُ ﺍﻟﺴَّﺒْﻊُ
ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽُ ﻭَ ﻣَﻦْ ﻓِﻴﻬِﻦَّ ﻭَ ﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
nin hakikat-i kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve
ramazan-ı şerifin ilhamî bir hediyesi bulunan Yedinci Şuâ risalesine Hazret-i
İmam-ı Ali (R.A.) Mektubat'a işaretten sonra Lem'alar'a işaret içinde Şuâlar'a
bakarak
ﻭَ ﺑِﺎﻟْﺎٰﻳَﺔِ ﺍﻟْﻜُﺒْﺮٰﻯ ﺍَﻣِﻨِّﻰ ﻣِﻦَ
ﺍﻟْﻔَﺠَﺖْ
{(Haşiye): İmam-ı Ali bu fıkra ile işaret eder ki,
Âyetü'l-Kübra risalesi yüzünden şakirdleri bir musibete düşecekler ve onun
kerameti ve bereketiyle emniyete ve selâmete çıkacaklar. Evet bu keramet-i
Aleviye tam tamına çıktı ki, o risale için hapse düşüp ve onun kuvvetli
hakikatları ile kurtuldular.}
deyip ilm-i belâgatça "müstetbeatü't-terakib" ve
"maârîzu'l-kelâm" denilen mana-yı zahirînin tebaiyetiyle ve
perdesinin arkasıyla müteaddid karinelerin kuvvetine göre işaret eder. Ve o
acib ve yüksek ve tevhidin hüccetü'l-kübrası ve El-Âyetü'l-Kübra'nın bir
alâmet-i kübrası ve bir tefsir-i a'zamı olan risaleye "Âyetü'l-Kübra"
namını veriyor. Ve o namla hem menbaı olan Âyetü'l-Kübra'nın azametini, hem bu
Yedinci Şuâ olan vahdaniyetin ve tevhidin bürhan-ı a'zamının fevkalâde
kuvvetini ilân eder, haber verir. Hazret-i İmam-ı Ali'nin (R.A.) bu büyük iltifatına,
bu risalenin liyakatına her kimin bir şübhesi varsa gelsin bir defa o risaleyi
okusun. Eğer evet lâyıktır demezse, bana tuh desin.
Evet Kur'anın aleyhinde bin seneden beri müntakimane
hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve kâfir feylesofların teraküm edip şimdi
yol bularak intişar eden şübhelerini ve Kur'anın dehşetli darbelerinden intikam
besleyen muannid Yahudilerin ve mağrur bir kısım Hristiyanların hücumlarını
def'edip mukabele eden ve her asırda Kur'anın pek çok kahramanları ve manevî kal'aları
vardı. Şimdi ihtiyaç bir-ikiden, yüze çıkmış. Ve müdafiler yüzden, iki-üçe
inmiş.
Hem hakaik-i imaniyeyi, ilm-i Kelâm'dan ve medreseden
öğrenmek çok zamana muhtaç bulunduğundan bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem
çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatları talim eden Risale-i
Nur, elbette İmam-ı Ali Radıyallahu Anh'ın bu iltifatına lâyıktır.
Hem İmam-ı Ali (R.A.) onuncu
mertebe-i ta'dadında onuncu sure olarak ve kıyamet ve leyle-i berata bakan
ﻭَﺑِﺴُﻮﺭَﺓِ
ﺍﻟﺪُّﺧَﺎﻥِ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺳِﺮًّﺍ ﻗَﺪْ ﺍُﺣْﻜِﻤَﺖْ
deyip mana-yı işarîsiyle Onuncu Söz
namında ve mertebesinde olan Haşir Risalesi'ne işaretle beraber o risalenin
fevkalâde ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın dumanlı
karanlıklarını izale eden bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde bulunmasına
ve haşir ve kıyametin bir alâmeti olan duhan, hem leyle-i beratın senevî olarak
hikmetli tefrik ve taksim-i umûr noktalarıyla ve başka karineler ile îmaen ve
remzen haber veriyor.
Evet Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir
belayı def'etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı
vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli
fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda, Onuncu Söz çıktı ve tab'edildi.
Bin nüshası etrafa yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu.
Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. İmam-ı Ali
Radıyallahu Anh'ın bu takdirine liyakatını isbat etti.
Kimin şübhesi varsa gelsin onu
dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir bürhanı olduğunu görsün.
Şualar – 731
..o zamanın dumanlı karanlıklarını
izale eden bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde
Şualar - 732
(Nur’ları okumamız, derslere gelmemiz, beratı sağlam bir surette elde etme gayretimiz;)
Eğer iman vesikası olmazsa ve beratı
ve senedi olan itikadı sağlam bir surette elde etmezse, o davayı kaybeder.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi – 192
(Risale-i Nur’da geçen her bir bahis;)
dumanlı karanlıklarını izale eden
bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde
Şualar - 732
BİRİNCİ MES'ELE:
Birinci Şuâ'da iki-üç âyetin işaratında, Risaletü'n-Nur'un
sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair
kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek
büyük mes'eleye ve çok kıymetdar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister
diye beklerdim. Çoktan beri muntazırdım. Lillahilhamd iki emare birden kalbime
geldi:
Birinci Emare:
İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha
selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat
vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir.
Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha,
hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden
mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu,
velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı
havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.
İkinci Yol:
İman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı
vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla
hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile, zaruret ve bedahet derecesine gelen bir
ilmelyakîn ile hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol;
Risaletü'n-Nur'un esası, mâyesi, temeli, ruhu, hakikatı olduğunu has talebeleri
görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i
imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde
gösterdiğini görecekler.
Kastamonu – 18
Onuncu Söz namında ve
mertebesinde olan Haşir Risalesi'ne işaretle beraber o risalenin fevkalâde
ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın
dumanlı karanlıklarını izale eden bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde
bulunmasına
Şualar – 732
Ey şu risaleyi insaf ile mütalaa eden kardeş! Deme, niçin bu
"Onuncu Söz"ü birden tamamıyla anlayamıyorum ve tamam anlamadığın
için sıkılma! Çünki İbn-i Sina gibi bir dâhî-yi hikmet,
ﺍَﻟْﺤَﺸْﺮُ ﻟَﻴْﺲَ ﻋَﻠٰﻰ ﻣَﻘَﺎﻳِﻴﺲَ ﻋَﻘْﻠِﻴَّﺔٍ
demiş. "İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez"
diye hükmetmiştir. Hem bütün ulema-i İslâm: "Haşir, bir mes'ele-i
nakliyedir, delili nakildir. Akıl ile ona gidilmez." diye müttefikan
hükmettikleri halde, elbette o kadar derin ve manen pek yüksek bir yol;
birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez. Kur'an-ı Hakîm'in feyziyle ve Hâlık-ı Rahîm'in rahmetiyle, şu
taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece
ihsan ettiğinden bin şükür etmeliyiz. Çünki imanımızın kurtulmasına kâfi gelir.
Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız.
Haşre akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki: Haşr-i
A'zam, İsm-i A'zamın tecellisiyle olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın İsm-i A'zamının
ve her ismin a'zamî mertebesindeki tecellisiyle zahir olan ef'al-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i a'zam bahar gibi kolay
isbat ve kat'î iz'an ve tahkikî iman edilir. Şu Onuncu Söz'de feyz-i Kur'an ile
öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl, dar
ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa âciz kalır, taklide mecbur olur.
Sözler – 93
(Bu fıkra Hulusi-i sâni Sabri'nindir)
Bekledim tâ ki: Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti
mükevvenata faik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen
aldığım dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüt-misal yeşillenmiş nebatat arasında
bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemin gayet
revnakdar ve enva' türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de ânifü'l-beyan
eser, âlem-i bekanın sened-i hakikî ve kat'îsi ve en kavî ve gayet rasin ve son
derece güzel, naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız bir delail ve
berahin-i kat'iyye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında ayağı kayarak mühlik
uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalalette boğulan pek
çok kimseleri dakik ve amîk işarat ve hakaikı ile ihya ettiğini ve edeceğini
alâ kadri'l-istitaa öğrendim.
Her ne kadar o kıymetdar eserin derecat-ı refia ve
mühimmesini hattâ en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta
söz sarfedebilmek, bidâamın fersah fersah fevkinde ise de, menba'-ı hakikîsi
bulunan Furkan-ı Mübin'den tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şaheser
olduğunu anladım. Bu fakir, şiddetli acz ve zaafımla bîhadd bahr-i hakaika
daldım ve bahr-i muhit-i nura girebilmeğe şu mübarek eser, elmas bir miftahım
oldu.
Binaenaleyh havas ve havassü'l-havas dikkatle onu mütalaa
ederlerse, daha ne derecelerde hakaik-i İlahiye ve maarif-i Rabbaniye müşahede
ederek, iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem. Bundan başka şu nuranî ve
ulvî ve kudsî eser, numarası itibariyle dokuz eserin daha mukaddemen sebkat
ettiğini îma ve işaretle beraber ve "On" numaradan sonra daha bir çok
eserlerin vücudunu mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye
uyandırdı.
Sonra anladım ki: Kur'an-ı Hakîm'in
nur ve ziyadar menba'ı cûş u huruşa gelmiş. Furkan-ı Hakîm'in elmas maadininden
dehşetli bir infilâk husul bulmuş, Sözler namında hadsiz tiryaklar ve
mücevherat zahir oldu. Pek çok kulûb def'-i maraz ve kesb-i âfiyet etti.
Furkan-ı Mübin'in feyziyle Sözler'inin her birini herkese
görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen
makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuâı şu uzuvların içindeki en
hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan
Sözler dahi, hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek
hâssasını haizdir.
Sabri
Barla – 55
..o zamanın dumanlı karanlıklarını
izale eden bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde..
Şualar - 732
HALİL İBRAHİM'İN RİSALE-İ NUR'A HİTABEN YAZDIĞI BİR FIKRADIR.
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠّٰﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ
ﺍﻟﻨُّﻮﺭِﻳَّﺔِ
Şümus-u Kur'anın envârlarından
in'ikas eden ecram-ı ulviye, seyyarat ve sevabit-i kevkebiye ve ezhar-ı
müzeyyene-i ravza-i safaiyye ve hakaik-aşina ile memlû dürr-i meknune,
ﺍَﻟْﻤُﺆَﻳَّﺪُ
ﺑِﺎﻟﺪَّﻟﺎَﺋِﻞِ ﺍﻟْﻌَﻘْﻠِﻴَّﺔِ ﻭَ ﺍﻟﺘَّﺴْﻠِﻴﻤِﻴَّﺔِ
olan Risale-i Nuriye, esrar-ı
kitabullah, âlemi ziyalandırdı ve inşâallah daimî ziyalandıracaktır.
Ve öyle bir şaheserdir ki, selef-i sâlihînin eserlerinin
sonunda gelmekle hepsinden ileridedir. Öyle mebzul bir feyz var ki, en zulmetli
kalbleri dahi nur-u iman ile nurlandırır. Ve öyle bir marifet-i İlahiyeyi serd
ve beyan eyler ki, körlere bile gösterdi.
O benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü,
ruhumun gıdası, letaifimin incilâsı, canımın canı... Ben onun herbir hakikatına
bin can versem, inşâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O benim
kabirde enîsim, berzahta refikim ve mizanda a'malim, Sırat'ta Burak'ım, Cennet'te
yoldaşım...
Ben onun hakkında nasıl tarif edebilirim? Yirmisekizinci
Mektub'da serdedilen
ﻭَ ﻣَﺎ ﻣَﺪَﺣْﺖُ ﻣُﺤَﻤَّﺪًﺍ ﺑِﻤَﻘَﺎﻟَﺘِﻰ٭
ﻭَ ﻟٰﻜِﻦْ ﻣَﺪَﺣْﺖُ ﻣَﻘَﺎﻟَﺘِﻰ ﺑِﻤُﺤَﻤَّﺪٍ
Fehvasınca ben de derim:
ﻭَ
ﻣَﺎ ﻣَﺪَﺣْﺖُ ﺭِﺳَﺎﻟَﺔَ ﺍﻟﻨُّﻮﺭِ ﺑِﻤَﻘَﺎﻟَﺘِﻰ ٭ ﻭَ ﻟٰﻜِﻦْ ﻣَﺪَﺣْﺖُ ﻣَﻘَﺎﻟَﺘِﻰ ﺑِﺮِﺳَﺎﻟَﺔِ
ﺍﻟﻨُّﻮﺭِ
Hem ne haddime düşmüş ki, o menşur-u
Kur'an'dan bahsedeyim! Olsa, olabilse bu fakir, ondan istişfâ ﺍِﺳْﺘِﺸْﻔَﺎﺀ
ve istişfâ' ﺍِﺳْﺘِﺸْﻔَﺎﻉve istifaza edebilir. Şöyle ki:
ﮔَﺮْ
ﻧَﻪ ﺧَﻮﺍﻫِﻰ ﺩَﺍﺩْ ﻧَﻪ ﺩَﺍﺩِﻯ ﺧَﻮﺍﻩْ
kaidesince rıza-yı Bâri'nin
kendisinden hoşnud ve razı olmasını isteriz. Ve onun nuruyla dünyada bütün
âlem-i İslâmın nurlanmasını isteriz.
Ve talebelerinin dünyada birer arslan ve âhirette birer sultan olmasını ve Livaü'l-Hamd sancağının altında, önde Üstadımızla, bütün talebeleriyle varmak isteriz.
Elhasıl:
İstemesini bilmediğim için maddî ve
manevî bütün rızk ve ihtiyaçlarımızın verilmesini, Üstadımın istemesini
isteriz. Orada bulunan kardeşlerimizin, başta Üstadımız olarak, cümlesine ayrı
ayrı selâmlarla sıhhat ve âfiyette berdevam olmasını isteriz.
ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Talebeniz
Halil İbrahim
Sikke-i Tasdik-i Gaybi – 182