Oruçtaki Açlıkla Tam Hissedebilirler (Zekat)
Üçüncü Nükte:
Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye
baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet
cihetinde muhtelif bir surette halkedilmişler. Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen,
zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki
zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla
tam hissedebilirler.
Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi ferd olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünki hakikî o haleti kendi nefsinde hissetmiyor.
Mektubat – 400Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve
açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam
hissedebilirler.
Mektubat – 400
Eğer nefsine açlık çektirmek
mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve
yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünki hakikî o haleti kendi nefsinde
hissetmiyor.
Mektubat – 400
İnsan İslâmiyet sayesinde, ibadet
saikasıyla bütün müslümanlara karşı sabit bir
münasebet peyda eder ve kavî bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar
ise sarsılmaz bir uhuvvete, hakikî bir muhabbete sebeb olur. Zâten heyet-i
içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile
muhabbettir.
İbadetin şahsî kemalâta sebeb
olduğunun izahı:
İnsan cismen küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber,
hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir
istidada mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-ı
mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud
şeheviye ve gazabiye gibi kuvveleri vardır ve öyle acaib bir yaratılışı vardır
ki, sanki bütün enva' ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.
İşte böyle bir insanın o yüksek
ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir;
meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren
ibadettir; fikirlerini tevsi' ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviye ve
gazabiye kuvvelerini hadd altına alan, ibadettir; zahirî ve bâtınî uzuvlarını
ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı mukadder
olan kemalâtına yetiştiren, ibadettir; abd ile Mabud arasında en yüksek ve en
latîf olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu
nisbet ve münasebettir.
İhtar:
İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise,
yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir
hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler,
hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.
Kur'an-ı Kerim vaktâ ki
ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﺍﻋْﺒُﺪُﻭﺍ
emriyle insanları ibadete davet etti; sanki lisan-ı hal ile:
"Ne için
ibadet yapalım, illeti nedir?" diye sorulan suali, Kur'an-ı
Kerim
ﺭَﺑَّﻜُﻢُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺧَﻠَﻘَﻜُﻢْ
ilh..
cümleleriyle cevablandırmak üzere Sâni'in vücud u vahdetine dair
bürhanları zikretmeye başladı.
İşarat-ül İ'caz – 85
(Zekat, insandaki ulvî duyguları besleyen bir çeşme hükmünde.)
S- Biz kuvvetimizi nasıl toplayıp,
namus-u İslâmiye-i milliyeyi muhafaza edeceğiz?
C- Fikr-i milliyet ile, milletin cevfinde havz-ı kevser gibi
bir havz-ı marifet ve muhabbet yapınız. Altındaki suyunu çeken delikleri,
maarif ile kapatınız. İçine su akıtan yukarıdaki mecraları, fazilet-i İslâmiye
ile açınız. Büyük bir çeşme var, şimdiye kadar sû'-i
istimal ile şûristana dağılıp bazı seele ve acezeye neşv ü nema verdi. Bu
çeşmeye güzel bir mecra yapınız, mesaî-yi şer'iye ile şu havuza dökünüz. Sonra
da bostan-ı kemalâtınıza su veriniz. Bu, hiç bitmez ve tükenmez bir menba'dır.{*}
S- Nedir o çeşme?
C- Zekat. Sizler Hanefî ve
Şafiîsiniz.
Sual:
ﺣَﺒَّﺬَﺍ ﻭَﻧِﻌْﻤَﺖْ ﺍِﻥْ ﻟَﻢْ ﺗَﺬْﻫَﺐْ
ﻏَﺎﺋِﻀَﺔً ﺑَﻞْ ﻓَﺎﺿَﺖْ ﺍِﻟٰﻰ ﺗِﻠْﻚَ ﺍﻟْﺨَﺰِﻳﻨَﺔِ
(Eğer o
su çekilip gitmez de, bu hazineye dökülüp taşarsa ne âlâ!)
Cevab:
ﺍَﺟَﻞْ ﺍِﻥَّ ﻓِﻴﻜُﻢْ ﺫَﻛَﺎﻭَﺓً ﺍِﻧَّﻤَﺎ
ﺗَﺘَﺰَﺍﻫَﺮُ ﺑِﺎﻟﺰَّﻛَﺎﺓِ
(Sizde öyle bir zekâ
var ki, ancak zekât ile çiçek açar.)
Münazarat - 63
S- Nasıl?
C- Eğer ezkiya zekâvetlerinin
zekatını ve ağniya velev zekatın zekatını milletin menfaatına sarfetseler;
milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir.
S- Daha başka?
C- İanat-ı milliye-i İslâmiye
denilen nüzur ve sadakàt, zekatın ammizadeleridirler, asabiyetini çekerler,
hizmette yardım edecekler.
Münazarat – 62
Eğer ezkiya zekâvetlerinin zekatını
ve ağniya velev zekatın zekatını milletin menfaatına sarfetseler; milletimiz de
başka milletlere yolda karışabilir.
Münazarat – 63
Eğer nefsine açlık çektirmek
mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve
yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünki hakikî o haleti kendi nefsinde
hissetmiyor.
Mektubat – 400
Bütün muavenet ve yardım nevilerini
hâvi olan zekat hakkında sahih olarak Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan
ﺍَﻟﺰَّﻛٰﻮﺓُ
ﻗَﻨْﻄَﺮَﺓُ ﺍﻟْﺎِﺳْﻠﺎَﻡِ
hadîs-i şerifi mervîdir. Yani
müslümanların birbirine yardımları, ancak zekat köprüsü üzerinden geçmekle
yapılır. Zira yardım vasıtası, zekattır. İnsanların heyet-i içtimaiyesinde
intizam ve asayişi temin eden köprü zekattır. Âlem-i beşerde hayat-ı
içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan
isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felâketlerin tiryakı,
ilâcı muavenettir.
Evet zekatın vücubu ile ribanın
hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
Evet eğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan
ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesavîsine, hatalarına dikkat edersen,
heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesadlar ve
bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün. Birisi: "Ben tok
olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne." İkincisi: "Sen
zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim."
Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz
bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.
Nev'-i beşeri umumî felâketlere
sürükleyen ve bolşevikliğe sevkedip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci
kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk
kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı
kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır.
Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden, zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile
hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden,
tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahm
kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat,
muhabbet yerine ihtilal sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylâları
yükselir. Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif
yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef
tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve
gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti
mûcib iken, esaret ve sefaleti intac ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahid
istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahidler mevcuddur.
Hülâsa: Tabakalar arasında
musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkân-ı İslâmiyeden
olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece
yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.
İşarat-ül İ'caz – 45
Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve
açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam
hissedebilirler.
Mektubat – 400
(Oruç, zekatın muharriki ve tamamlayıcısıdır.)
Binler mesailinden yalnız numune olarak üç-dört mes'eleyi
göstereceğiz. Evet Kur'anın düsturları, kanunları,
ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar
olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir. Meselâ: Medeniyetin
bütün cem'iyat-ı hayriyeleri ile, bütün cebbarane şedid inzibat ve
nizamatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur'an-ı
Hakîm'in iki mes'elesine karşı muaraza edemeyip mağlub düşmüşlerdir.
Meselâ:
ﻭَﺍَﻗِﻴﻤُﻮﺍ
ﺍﻟﺼَّﻠٰﻮﺓَ ﻭَﺍٰﺗُﻮﺍ ﺍﻟﺰَّﻛٰﻮﺓَ ٭ ﻭَﺍَﺣَﻞَّ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍﻟْﺒَﻴْﻊَ ﻭَﺣَﺮَّﻡَ ﺍﻟﺮِّﺑَﻮﺍ
Kur'anın bu galebe-i i'cazkâranesini
bir mukaddeme ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:
"İşaratü'l-İ'caz"da isbat edildiği gibi; bütün
ihtilalat-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin
menbaı dahi bir kelimedir.
Birinci kelime: "Ben tok
olayım, başkası açlıktan ölse bana ne."
İkinci kelime: "Sen çalış, ben
yiyeyim."
Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani
zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvazenenin esası
ise: Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi
birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe
sevketmiştir. İkinci kelime, avamı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi
birkaç asırdır selbettiği gibi; şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi
herkesçe malûm olan Avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. İşte medeniyet,
bütün cem'iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve
nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını musalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin
iki müdhiş yarasını tedavi edememiştir.
Kur'an, birinci kelimeyi esasından
"vücub-u zekat" ile kal'eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını
"hurmet-i riba" ile kal'edip tedavi eder. Evet, âyet-i
Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. "Kavga kapısını
kapamak için banka kapısını kapayınız" diyerek insanlara ferman eder.
Şakirdlerine "Girmeyiniz" emreder.
Sözler – 408
Semavî Kur'anın kanun-u esasîsi
ﻟَﻴْﺲَ
ﻟِـﻠْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺳَﻌٰﻰ ٭ ﻛُﻠُﻮﺍ ﻭَ ﺍﺷْﺮَﺑُﻮﺍ ﻭَ ﻟﺎَ ﺗُﺴْﺮِﻓُﻮﺍ
ferman-ı esasîsiyle: "Beşerin saadet-i hayatiyesi,
iktisad ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası
birbiriyle barışabilir." diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa
bir-iki nükte söyleyeceğim:
Birincisi:
Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört
hâcatını tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i
zalime-i hazırası sû'-i istimalât ve israfat ve hevesatı tehyic ve havaic-i
gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik
cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcatı yerine, yirmi
şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik
edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu
medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme,
başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare avam ve havas tabakasını daima
mübarezeye teşvik etmiş.
Kur'an'ın kanun-u esasîsi olan
"vücub-u zekat, hurmet-i riba" vasıtasıyla avamın havassa karşı
itaatini ve havassın avama karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları
zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü
zeber etti!
Emirdağ-2 – 99
İşte ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile
sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belalı bir şey olduğu halde,
nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâb ve haram helâl demeyip her malı kabul ve
hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz?
Hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir
rüknü olan zekatı, hırs yolunda terkediyorsunuz? Halbuki zekat, her şahıs için
sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekatı vermeyenin herhalde elinden zekat
kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip
alacaktır.
Hakikatlı bir rü'ya-yı hayaliyede, Birinci Harb-i Umumî'nin
beşinci senesinde, bir acib rü'yada benden soruldu:
"Müslümanlara gelen bu açlık,
bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-i bedeniye nedendir?"
Rü'yada demiştim:
"Cenab-ı Hak, bir kısım maldan
onda bir (Haşiye-1) veya bir kısım maldan kırkta bir, (Haşiye-2) kendi verdiği
malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve
kin ve hasedlerini men'etsin. Biz hırsımız için tama'kârlık edip vermedik.
Cenab-ı Hak müterakim zekatını, kırkta otuz, onda sekizini aldı. Hem her senede
yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık,
muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenab-ı Hak ceza olarak yetmiş
cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu. Hem yirmidört
saatte bir tek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faideli bir nevi talimat-ı
Rabbaniyeyi bizden istedi. Biz tenbellik edip, o namazı ve niyazı yerine
getirmedik. O tek saati diğer saatlere katarak zayi' ettik. Cenab-ı Hak onun
keffareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz
kıldırdı." demiştim.
Sonra ayıldım, düşündüm, anladım ki; o rü'ya-yı hayaliyede
pek mühim bir hakikat vardır. Yirmibeşinci Söz'de, medeniyetle hükm-ü Kur'anı
muvazene bahsinde isbat ve beyan edildiği üzere; beşerin hayat-ı içtimaîsinde
bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilalatın menşe'i iki kelimedir:
Birisi: "Ben tok olduktan
sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?"
İkincisi: "Sen çalış, ben
yiyeyim."
Bu iki kelimeyi de idame eden,
cereyan-ı riba ve terk-i zekattır. Bu iki müdhiş maraz-ı içtimaîyi tedavi
edecek tek çare, zekatın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekat
ve hurmet-i ribadır. Hem değil yalnız eşhasta ve hususî cemaatlerde,
belki umum nev'-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün belki devam-ı
hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekattır. Çünki beşerde, havas ve
avam iki tabaka var. Havastan avama merhamet ve ihsan ve avamdan havassa karşı
hürmet ve itaati temin edecek, zekattır. Yoksa yukarıdan avamın başına zulüm ve
tahakküm iner, avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer
daimî bir mücadele-i maneviyede, bir keşmekeş-i ihtilafta bulunur. Gele gele tâ
Rusya'da olduğu gibi, sa'y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar.
Ey ehl-i kerem ve vicdan ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!
İhsanlar zekat namına olmazsa, üç
zararı var. Bazan da faidesiz gider. Çünki Allah namına vermediğin için, manen
minnet ediyorsun; bîçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul
olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenab-ı Hakk'ın malını ibadına
vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir
küfran-ı nimet ediyorsun. Eğer zekat namına versen; Cenab-ı Hak namına verdiğin
için bir sevab kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun. O muhtaç adam
dahi sana tabasbus etmeğe mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası
senin hakkında makbul olur. Evet zekat kadar, belki daha ziyade nafile ve
ihsan, yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi
zararları kazanmak nerede? Zekat namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda
etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?
Mektubat – 272
(Zengin, sevabı ve günahlarına keffareti, fakir vesilesiyle kazanıyor.)
Evet zekat vermek ve iktisad etmek,
malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi; israf etmek ile zekat vermemek,
sebeb-i ref'-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır.
Lemalar – 147
Zekatı vermeyenin herhalde elinden
zekat kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet
gelip alacaktır.
Mektubat – 273
ﻭَ
ﻣِﻤَّﺎ ﺭَﺯَﻗْﻨَﺎﻫُﻢْ ﻳُﻨْﻔِﻘُﻮﻥَ
Bu kelâmın mâkabliyle nazmını îcab ettiren münasebet ise:
Namaz
ﻋِﻤَﺎﺩُ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ
yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekat da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek
birisi dini, diğeri asayişi
muhafaza eden İlahî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle
bağlanmışlardır.
Zekat ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için
birkaç şart vardır:
1- Sadakayı vermekte israf olmaması.
2- Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın
malından olmayıp kendi malından olması.
3- Minnetle in'amın bozulmaması.
4- Fakir olmak korkusuyla sadakanın terkedilmemesi.
5- Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı
bilinmesiyle ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara
sadakanın verilmesi.
6- Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hâcat-ı
zaruriyesinde sarfetmesi lâzımdır.
Kur'an-ı Kerim bu şartları, bu
nükteleri insanlara sadaka olarak ihsan ve ihsas etmek için
ﻳُﺰَﻛُّﻮﻥَ
veya
ﻳَﺘَﺼَﺪَّﻗُﻮﻥَ
veyahut
ﻳُﺆْﺗُﻮﻥَ ﺍﻟﺰَّﻛٰﻮﺓَ
gibi îcazlı bir ifadeyi terkedip,
ﻭَ ﻣِﻤَّﺎ ﺭَﺯَﻗْﻨَﺎﻫُﻢْ ﻳُﻨْﻔِﻘُﻮﻥَ
gibi itnablı bir cümleyi ihtiyar
etmiştir.
İşarat-ül İ'caz – 43
ﺍَﻡْ
ﺗَﺴْﺎَﻟُﻬُﻢْ ﺍَﺟْﺮًﺍ ﻓَﻬُﻢْ ﻣِﻦْ ﻣَﻐْﺮَﻡٍ ﻣُﺜْﻘَﻠُﻮﻥَ
Veyahut: Hırsa, hıssete alışmış tâğî, bâğî dünyaperestler
gibi senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki, senden kaçıyorlar ve bilmiyorlar
mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah'tan istiyorsun ve onlara Cenab-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem
fakirlerin hased ve beddualarından kurtulmak için, ya on'dan veya kırk'tan
birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey midir ki, emr-i zekatı ağır
görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz olmakla
beraber, hakları tokattır. Cevab vermek değil...
Sözler – 388
Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye
baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet
cihetinde muhtelif bir surette halkedilmişler. Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen,
zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki
zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla
tam hissedebilirler.
Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok
zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne
kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat
ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi ferd olursa olsun, kendinden bir
cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir.
Eğer nefsine açlık çektirmek
mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve
yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünki hakikî o haleti kendi nefsinde
hissetmiyor.
Mektubat – 400
Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve
açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam
hissedebilirler.
Mektubat – 400
(Şu fıkra Hüsrev'in mektubundandır)
Sevgili ve Muhterem Üstadım,
Sözlerinizin (yani Risalelerinizin)
her biri birer derya-yı azîmdir. Sözlerinizden pek çok feyz alıyorum. O
kadar ki, okudukça tekrar etmeyi istiyorum. Ve tekrarında duyduğum İlahî bir
zevki tarif edemeyeceğim. Bugün Sözlerinizden değil hepsini, bir tanesini alan
insaf ile okursa, hakkı teslime ve münkir ise gittiği yolu terke, fâsık ise
tövbeye mecbur olacağına kat'iyyen ümidvarım.
Hüsrev
* * *
Şu fıkra Re'fet Bey'in mektubudur
Sözleriniz mürşidane ve çok yüksek
olduğundan gayet dikkatli ve tahlil ederek okunmak îcab ediyor. Serdeylediğiniz
delail-i akliye ve mantıkıye o kadar tatlı ve hayretbahştır ki; İnsan okudukça
okuyor ve nâmütenahî bir zevk-i manevî hissederek hiç elinden bırakmak
istemiyor. Bu sebeble bir defa okumak kâfi değil. Hepsi yanında bulunup daima
okumalıdır.
Re'fet
Barla - 51