İslâm Gençliğini Yoldan Çıkarmaya Çalışıyorlar
Ben hem kendimde,
hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde, şuhur-u muharremeden sonra bir
yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhen bilmiyordum. Şimdi,
eskide söylediğim tahminî sebeb, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor. Manevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir.
Şuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor.Müdhiş
ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde
derecesine göre istifade eder.
Fakat o
şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı
değiştiği gibi; dünya sergisi açılmağa başlıyor. Ekser himmetler, bir derece
vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı muzahrefe o manevî havayı
bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.
Bu havanın
zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur'un gözüyle bakmak ve ne kadar
müşkilât ziyadeleşse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle
hareket etmektir. Çünki başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini,
gayretini ziyadeleştirmeğe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece
yapmağa kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
Kastamonu – 66
Birden ihtar edilen bir mes'ele-i mühimme
Âhirzamanın
fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu
hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet nasılki tarihlerde, eski zamanlarda
"Amazonlar" namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i
askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.
Aynen öyle de: Bu
zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin
plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak
hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip
saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe
çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb
ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar.
Belki o
kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.
Gençlik Rehberi – 25
Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var.
Çünki bir
haramın terki vâcibdir.
Bir vâcibi
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var.
Takva,
böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle,
yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu
ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur
şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri,
tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her
dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor;
elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.
Kastamonu – 148
Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine
hâkim olmaz."
Bunun için, binüçyüz
sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o
fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra
ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ ﻭَ ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ
ﺍٰﺧِﺮِ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥِ
vird-i ümmet olmuş.
Allahu a'lem
bissavab, bunun bir tevili şudur ki:
O fitneler
nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle
irtikâb ederler.
Meselâ; Rusya'da
hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe
fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve
fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir
sürur ile düşer, yanar.
İşte dans ve tiyatro
gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer
cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder.
Yoksa cebr-i mutlak
ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.
Şualar – 584
Rivayetlerde,
eşhas-ı âhirzamanın fevkalâde iktidarlarından bahsedilmiş.
Vel'ilmü indallah,
bunun tevili şudur ki: O şahısların temsil ettikleri manevî şahsiyetin
azametinden kinayedir. Bir vakit Rusya'yı mağlub eden Japon Başkumandanının
sureti; bir ayağı Bahr-i Muhit'te, diğer ayağı Port Artür Kal'asında olarak
gösterildiği gibi, şahs-ı manevînin dehşetli azameti, o şahsiyetin
mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor.
Amma
fevkalâde ve hârika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyat
olduğundan fevkalâde bir iktidar görünür, çünki tahrib kolaydır. Bir kibrit bir
köyü yakar.
Müştehiyat
ise, nefisler tarafdar olduğundan çabuk sirayet eder.
Şualar – 585
Ey uykuda iken
kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha
veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünki aramızdaki dere pek
derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz.
Ya siz de
onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.
Mesnevi-i Nuriye –
126
Evet elması bildiği
(âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat'iyye suretinde şişeyi (dünya
ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer'iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla
veya heves ile veya tama' ve hafif bir korku ile
tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir,
tokada müstehak eder.
Kastamonu – 25
Risale-i Nur gerçi
umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-i
İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı
azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları
muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın
fetvalarıyla onlar terkedilmez.
Kastamonu – 77
Bu beyanla ben
nefsimi tebrie etmiyorum, belki "kudsî hizmet-i
imaniye, o nefsi bütün hevesatından vazgeçirmiş ve o hizmetteki manevî zevk ona
kâfi geliyor" demek istiyorum ve Nurcuların ihtiyat ve dikkate
ihtiyaçlarını beyan ediyorum.
Emirdağ-1 – 264
Müteyakkız
kardeşlerim! Hem bizim, hem İslâm dünyasının ebedî hayatının necatını,
kurtulmasını temin edecek ve bizi tenvir ve irşad ederek dalaletten muhafaza
edecek bir eser intihab etmekte, bu kadar dikkatli olmamız çok lüzumludur.
Çünki bu
zamanda, türlü türlü aldatmalarla, perde arkasında İslâm gençliğini yoldan
çıkarmaya çalışıyorlar.
Sözler – 755
Bedîüzzaman,
Barla'ya 1925-1926 senelerinde nefyedilmiştir. Bu tarihler, Türkiye'de yirmibeş
sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icra-yı faaliyetinin ilk seneleri
idi. Gizli dinsiz komiteleri, "İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak
İslâm ruhunu yok etmek, Kur'anı toplatıp imha etmek" plânlarını
güdüyorlardı.
Buna muvaffak
olunamayacağını iblisane düşünerek, "Otuz sene
sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur'anı imha etmesini intac edecek bir plân
yapalım" demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı.
İslâmiyeti
yok etmek için, tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.
Evet altıyüz sene,
belki Abbasiler zamanından beri yani bin seneden beri Kur'an-ı Hakîm'in bir
bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türk Milletini, bu vatan
evlâdlarını, İslâmiyet'ten uzaklaştırmak ve mahrum
bırakmak için, müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışılıyor ve
bilfiil de muvaffak olunuyordu.
Bu vakıa cüz'î
değil, küllî ve umumî idi. Milyonlarca insanın hususan gençlerin ve milyonlar
masumların, talebelerin iman ve itikadlarına, dünyevî ve uhrevî felâketlerine
taalluk eden çok geniş ve şümullü bir hâdise idi. Ve kıyamete kadar gelip
geçecek Anadolu halkının ebedî hayatlarıyla alâkadardı.
O zaman ve o
senelerde, bin yıllık parlak mazinin delalet ve şehadetiyle, Kur'anın
bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş bulunan kahraman
bir milletin hayatında, İslâmiyet ve Kur'an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve
tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye
ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve
mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mazi ile irtibatları kesilerek
bir takım maskeli ve sureta parlak kelâmlarla iğfalatta bulunularak, komünizm
rejimine zemin hazırlanıyordu!
İslâmiyet'in
hakikatında mevcud maddî-manevî en yüksek terakki ve medeniyet umdeleri yerine;
dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve
feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler
tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu.
Bilhâssa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve
manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an'ane ve ahlâk
bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu
plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu!
İşte Bedîüzzaman
Said Nursî'nin, Risale-i Nur'la Anadolu'daki hizmet-i imaniye ve Kur'aniyesine
cansiperane çalışan bir fedai-yi İslâm olarak başladığı seneler ki, zemin
yüzünün görmediği pek dehşetli bir dinsizlik devrinin başlangıcı ve teessüs
zamanı idi.
Bunun için
Bedîüzzaman'ın Risale-i Nur'la hizmetine nazar edildiği vakit, böyle dehşetli
bir zamanı göz önünde bulundurmak îcab eder.
Zira
tarihte emsali görülmemiş bu kadar ağır şerait tahtında yapılan zerre kadar
hizmet, dağ gibi bir kıymet kazanabilir; ufacık bir hizmet, büyük bir değeri ve
neticeyi haiz olabilir!
İşte Risale-i Nur, böyle dehşetli ve ehemmiyetli bir zamanın mahsulü ve neticesidir.
Risale-i Nur'un
müellifi, yirmibeş senelik din yıkıcılığının hükmettiği dehşetli bir devrin
cihad-ı diniye meydanının en büyük kahramanı ve tâ kıyamete kadar Ümmet-i
Muhammediyeyi (A.S.M.) dârü's-selâma davet eden ve beşeriyete yol gösteren
rehber-i ekmelidir.
Ve hem Risale-i Nur,
Kur'anın elmas bir kılıncıdır ki, zaman ve zemin ve fiiliyat bunu kat'iyyetle
isbat etmiş ve gözlere göstermiştir. İşte öyle elîm ve feci' ve dehşetli bir
devri ihdas eden dinsizlerin icraatı olan pek ağır şartlar dâhilinde
Bedîüzzaman'ın inayet-i Hak'la te'life muvaffak olduğu Risale-i
Nur eserleri, dinsizliğin istilasına karşı, yıkılması gayr-ı kabil olan muazzam
ve muhteşem bir sed teşkil etmiştir.
Risale-i Nur;
maddiyyunluk, tabiiyyunluk gibi dine muarız felsefenin muhal, bâtıl ve mümteni'
olduğunu; cerhedilmez bürhanlarla, aklî, mantıkî delillerle isbat ederek en
dinsiz feylesofları dahi ilzam etmiştir.
Küfr-ü
mutlakı mağlubiyete düçar etmiş, dinsizliğin istilasını durdurmuştur.
Tarihçe-i Hayat –
152
Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ana sarıl; İslâmiyet'e maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol!
Ve ey Kur'ana bin
yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde
naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!
Kur'ana
yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i
maneviyesi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeye çalış.
Lisanın,
Kur'anın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun manasını
neşretsin; lisan-ı halin ile de Kur'anı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi,
âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun!
Ey asırlardan beri
Kur'anın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i
muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlâd ve torunları! Uyanınız! Âlem-i İslâm'ın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, kat'iyyen
akıl kârı değil!
Yine Âlem-i İslâm'ın
intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur'anın ve imanın nuruyla
münevver olarak, İslâmiyet'in terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i
insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında
kendine rehber eylemek lâzımdır.
Avrupa ve
Amerika'dan getirilen ve hakikatta yine İslâm'ın malı olan fen ve san'atı,
nur-u tevhid içinde yoğurarak, Kur'anın bahsettiği tefekkür ve mana-yı harfî
nazarıyla, yani onun san'atkârı ve ustası namıyla onlara bakmalı ve saadet-i
ebediye ve sermediyeyi gösteren hakaik-i imaniye ve Kur'aniye mecmuası olan
Nurlara doğru "İleri, arş!" demeli ve dedirmeliyiz!
Ey eski çağların
cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din
kardeşlerim!
Beşyüz senedir yattığınız yeter! Artık
Kur'anın sabahında uyanınız.
Yoksa Kur'an-ı
Kerim'in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve
gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.
Kur'anın mecrasından
ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi
sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları
gibi, Kur'an-ı Kerim'in saadet ve selâmet mecrasında
ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat
olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.
O hakikat-i İslâmiye
suları ile bu topraklarda iman ziyası altında
hakikî medeniyetin fen ve san'at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî
saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir inşâallah.
Tarihçe-i Hayat -
157