Ramazan-ı Şerif, Kur'an-ı Hakîm'in En Mühim Zaman-ı Nüzulü
Birinci Nükte:
Ramazan-ı Şerifteki savm,
İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeair-i İslâmiyenin
a'zamlarındandır.
İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok
hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk'ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı
içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı
İlahiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.
Cenab-ı Hakk'ın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Cenab-ı Hak zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde
halkettiği ve bütün enva'-ı nimeti o sofrada
ﻣِﻦْ ﺣَﻴْﺚُ ﻟﺎَ ﻳَﺤْﺘَﺴِﺐُ
bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemal-i rububiyetini ve rahmaniyet ve rahîmiyetini o
vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar gaflet perdesi altında ve esbab
dairesinde o vaziyetin ifade ettiği hakikatı tam göremiyor, bazan unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman
birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî'nin ziyafetine davet
edilmiş bir surette akşama yakın "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi
bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli
rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele
ediyorlar.
Acaba böyle ulvî ubudiyete ve
şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar insan ismine lâyık mıdırlar?
Mektubat – 398
Haşmetli rahmaniyetin tecelliyatına ve tâbiri caizse mânevî yayınına karşı, bizim âyinemiz nasıl olmalı?
Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî'nin
ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın "Buyurunuz"
emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve
külliyetli rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele
ediyorlar.
Mektubat - 399
İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir
âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır.
Ve uhrevî hasılat için, gayet münbit
bir zemindir.
Ve neşvünema-i a'mal için, bahardaki
mâh-ı Nisandır.
Saltanat-ı rububiyet-i İlahiyeye
karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram
hükmündedir.
Ve öyle olduğundan, yemek-içmek gibi
nefsin gafletle hayvanî hâcatına ve malayani ve hevaperestane müştehiyata
girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp
melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcatını
muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh
vaziyetine girerek; savmı ile, Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir. Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni
dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı
bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.
Evet bir tek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını
kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'an ile bin aydan daha hayırlı
olduğu bu sırra bir hüccet-i kàtıadır. Evet nasılki bir padişah, müddet-i
saltanatında belki her senede, ya cülûs-u hümayûn namıyla veyahut başka bir
şaşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki
hususî ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına
ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne mazhar eder.
Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin
Padişah-ı Zülcelal'i; o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur'an-ı Hakîm'i Ramazan-ı Şerifte
inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir
meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.
Madem Ramazan o bayramdır; elbette
bir derece, süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için oruca
emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise: Mide gibi bütün duyguları; gözü, kulağı,
kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır.
Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete
sevketmektir. Meselâ: Dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla
ona oruç tutturmak. Ve o lisanı, tilavet-i Kur'an ve zikir ve tesbih ve salavat
ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek...
Meselâ: Gözünü nâmahreme bakmaktan
ve kulağını fena şeyleri işitmekten men'edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz
ve Kur'an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır.
Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona ta'til-i eşgal
ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir.
Mektubat – 402
Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz
bin âlemin Padişah-ı Zülcelal'i; o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden
ferman-ı âlîşanı olan Kur'an-ı Hakîm'i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş.
Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir
meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.
Mektubat – 402
Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki
hususî ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına
ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne
mazhar eder. Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin
Padişah-ı Zülcelal'i; o on sekiz bin âleme bakan,
teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur'an-ı Hakîm'i Ramazan-ı Şerifte inzal
eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i
Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem
Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagilden insanları
çekmek için oruca emredilecek.
Mektubat - 402
Evet Kur'anın hitabı, evvelâ Mütekellim-i
Ezelî'nin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev'-i beşer, belki
kâinat namına muhatab olan zâtın geniş makamından, hem umum nev'-i benî-Âdemin
bütün asırlarda irşadlarının gayet vüs'atli makamından, hem dünya ve âhiretin
ve arz ve semavatın ve ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinat'ın rububiyetine ve
bütün mahlukatın tedbirine dair kavanin-i İlahiyenin gayet yüksek ve ihatalı
beyanatının geniş makamından aldığı vüs'at ve ulviyet ve ihata cihetiyle o
hitab, öyle bir yüksek i'caz ve şümul gösterir ki; ders-i Kur'anın
muhatablarından en kesretli taife olan tabaka-i avamın basit fehimlerini
okşayan zahirî ve basit mertebesi dahi en ulvî tabakayı da tam hissedar eder.
Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil,
belki bir küllî düsturun efradı olarak her asra ve her
tabakaya hitab ederek taze nâzil oluyor ve bilhâssa çok tekrarla
ﺍَﻟﻈَّﺎﻟِﻤِﻴﻦَ ﺍَﻟﻈَّﺎﻟِﻤِﻴﻦَ
deyip tehdidleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i
semaviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine Kavm-i Âd
ve Semud ve Firavun'un başlarına gelen azablar ile baktırıyor ve mazlum ehl-i
imana İbrahim (A.S.) ve Musa (A.S.) gibi enbiyanın necatlarıyla teselli
veriyor.
Sözler – 451
her asra ve her tabakaya hitab
ederek taze nâzil oluyor
Sözler - 452
Her asrın derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her
asırdaki tabakata, derece-i istidad, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor bir
ifaza-i nuranî.
Her asra, her asırdaki her tabakaya
kapısı küşade. Güya her demde, her yerde taze nâzil oluyor o Kelâm-ı Rahmanî.
İhtiyarlandıkça zaman, Kur'an da
gençleşiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabın perdesini de yırtar o
hitab-ı Yezdanî.
Sözler – 734
Güya her demde, her yerde taze nâzil
oluyor o Kelâm-ı Rahmanî.
Sözler – 734
…o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli
rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı
bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.
Mektubat - 399
(Haşmetli
fermanın inzâline karşı, göz, dil gibi lâtifeler temizlenip, onlara hassâsiyet
veriliyor.)
Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur'an-ı
Hakîm'in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'an-ı Hakîm'in en
mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Kur'an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş; o Kur'anın zaman-ı nüzulünü
istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte
nefsin hâcat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ve şürbün
terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'anı yeni nâzil
oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı
nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi
dinlemek, belki Hazret-i Cebrail'den, belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor
gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına
dinlettirmek ve Kur'anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Mektubat –
401
Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı
hüsn-ü istikbal etmek
için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan
tecerrüd
Mektubat –
401
Madem Ramazan
o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek
için oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise: Mide gibi bütün duyguları;
gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı
insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani: Muharremattan, malayaniyattan
çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir.
Mektubat –
402
Ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nuranî tarîkte bir
haleti hissettik; o haletle oluyor hayat,
maden-i lezzet. Âlâm, olur lezaiz.
Onunla bunu bildik ki mütefavit derecede, kuvvet-i iman
nisbetinde ruha bir halet verir. Cesed ruhla
mültezdir, ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i âcile, vicdanda
münderiçtir; bir firdevs-i manevî, kalbinde mündemiçtir. Düşünmekse deşmektir;
şuur ise, şiar-ı râz.
Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse,
vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse; lezzet ziyade olur, hem de döner
ateşi nur, şitası yaz.
Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir
cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz u perdaz, olur şehbaz u şehnaz, yelpez
namaz u niyaz.
Sözler – 744
o haletle oluyor hayat, maden-i
lezzet
Sözler – 744
Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse,
vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse; lezzet ziyade olur, hem de döner
ateşi nur, şitası yaz.
Sözler – 745
Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı; bütün masivayı
terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk'ın zâtına rabt-ı
kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok
vazifedar letaifi ve hâsseleri vardır. İnsan-ı kâmil
odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette,
hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir
surette, kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada
yürüsün. Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek
başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ızdırardır.
Sözler – 495
Bütün o letaifi; kendilerine mahsus
ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevketmek
Sözler – 495
Evet hakikî terakki ise; insana
verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye
yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile
meşgul olmaktadır.
Sözler – 322
Güya her demde, her yerde taze nâzil
oluyor o Kelâm-ı Rahmanî.
Sözler - 734
Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar
ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için…
Mektubat –
401
vüs'atli ve azametli ve intizamlı
bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.
Mektubat - 399
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Mü'minler ibadetlerinde, dualarında
birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük bir
sır vardır ki; her bir ferd, kendi ibadetinden kazandığı miktardan pek
fazla bir sevab cemaatten kazanıyor. Ve her bir ferd ötekilere duacı olur,
şefaatçi olur, tezkiyeci olur, bilhâssa Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma... Ve
keza her bir ferd arkadaşlarının saadetinden zevk alır ve Hallak-ı kâinata
ubudiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye namzed olur.
İşte mü'minler arasında, cemaatler
sayesinde husule gelen şu ulvî, manevî teavün ve birbirine yardımlaşmak ile
hilafete haml, emanete mazhar olmakla beraber mahlukat içerisinde mükerrem
unvanını almıştır.
Mesnevi-i Nuriye – 239
Bu sır, oruç ibadetinde de var;
Meselâ: Namaz kılan ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ
ﻟِﻠّٰﻪِ dediği zaman, sanki o cemaat-i
uzmayı teşkil eden bütün mü'minler "Evet doğru söyledin" diye onun o
sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı
manevî bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda,
bütün hâsseleri, latîfeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar.
Mesnevi-i Nuriye – 76
İnsanlar
gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde o vaziyetin ifade ettiği hakikatı
tam göremiyor, bazan unutuyor. Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî'nin ziyafetine davet
edilmiş bir surette akşama yakın "Buyurunuz"
emrini bekliyorlar gibi
bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli
rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve
intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.
Mektubat –
399
Evet bir meyve, bir çiçek, bir ışık
gibi küçücük bir ihsan, bir nimet, bir rızık; bir küçük âyine iken, tevhidin
sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza verip ittisal ettiğinden, o nevi
büyük âyineye dönüp o nev'e mahsus cilvelenen bir çeşit cemal-i İlahîyi
gösterir.
Şualar – 9
büyük âyineye dönüp o nev'e mahsus
cilvelenen bir çeşit cemal-i İlahîyi gösterir.
Şualar – 9
Mehasin-i ubudiyetin binlerinden
yalnız buna bak ki: Nebi Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin
kalblerini îd ve cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir
kelimede cem' ediyor. Öyle bir surette ki: Şu insan, Mabud-u Ezelî'nin azamet-i
hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, dualar, zikirler ile
mukabele ediyor. O sesler, dualar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve
birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mabud-u Ezelî'nin
uluhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki; güya Küre-i Arz kendisi o zikri
söylüyor, o duayı ediyor ve aktarıyla namaz kılıyor ve etrafıyla semavatın fevkinde
izzet ve azametle nâzil olan
ﺍَﻗِﻴﻤُﻮﺍ
ﺍﻟﺼَّﻠٰﻮﺓَ
emrini, Küre-i Arz imtisal ediyor.
Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde
bir zerre gibi zaîf, küçük bir mahluk olan şu insan, ubudiyetin azameti
cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat'ın mahbub bir abdi ve Arz'ın halifesi, sultanı
ve hayvanatın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.
Lemalar – 127
Nebi Aleyhisselâm, ubudiyet
cihetiyle muvahhidînin kalblerini îd ve cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem'
ediyor.
Lemalar - 127
Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar
ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için
Mektubat –
401
Bu Ramazan-ı Şerif'te âfâka bakmamak
ve dünyayı unutmağa çok muhtaç olduğum halde; maatteessüf, dünyaya
arasıra bakmağa bizi mecbur ediyorlar. İnşâallah, bu bakmakta niyetimiz
hizmet-i imaniye olduğundan; o da bir nevi ibadet sayılır.
Kastamonu – 182
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Bu mübarek Ramazan-ı Şerif'teki dualar, ihlas bulunmak
şartıyla inşâallah makbuldür. Fakat maatteessüf ekseriyetçe Risale-i Nur
şakirdlerinin nazarlarını dünyaya çevirmek ve huzur-u
kalbi bozmak için bazı taarruzlar yüzünden o ihlas, o huzur-u tam bir derece
zedelenir. Merak etmeyiniz, her şeyi Cenab-ı Hakk'a havale edip öyle
taarruzlara ehemmiyet vermeyin.
Kastamonu – 265
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Mübarek ramazan-ı şerifinizi bütün ruh u canımızla tebrik
ediyoruz. Cenab-ı Hak bu ramazan-ı şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan
hayırlı eylesin, âmîn. Ve seksen sene bir ömr-ü makbul hükmünde hakkınızda
kabul eylesin, âmîn.
Sâniyen:
Bayrama kadar burada kalmamızın bizlere çok faidesi ve hayrı
olduğuna kanaatım var. Şimdi tahliye olsaydık, bu Medrese-i Yusufiye'deki
hayırlardan mahrum kaldığımız gibi, sırf uhrevî olan
ramazan-ı şerifi; dünya meşgaleleriyle huzur-u manevîmizi haleldar edecekti.
ﺍَﻟْﺨَﻴْﺮُ ﻓِﻰ ﻣَﺎ ﺍﺧْﺘَﺎﺭَﻩُ ﺍﻟﻠّٰﻪُ
sırrıyla inşâallah bunda da hayırlı büyük sevinçler olacak.
Şualar – 508
Azamet ve kibriya ve nihayetsizlik
noktasında, ya gaflete veya masiyete veya maddiyata dalmak sebebiyle darlaşan
akıllar, azametli mes'eleleri ihata edemediklerinden, bir gurur-u ilmî
ile inkâra saparlar ve nefyederler.
Şualar – 103
o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli
rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı
bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.
Mektubat - 399
Buna binaen vaktâ beşer, nazar-ı
sathî ile kâinat kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-yı ruhanîyi
zevkedemediğinden kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve kanaatsızlık ve
hârikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden meyl-i
hârikulâde ile ya teceddüd veya tervic için meylü'l-mübalağa tevellüd eder.
Muhakemat – 50
Gıda-yı ruhanîyi zevkedemediğinden, ramazan-ı şerifin çabuk geçmesini istiyor.
Ramazan {(Haşiye): Garibdir ki, Hulusi'nin bu
sözünü belki yirmi defa tekrar etmişim. Süleyman gibi dostlar şahiddirler.
Demek bir hakikat var ki, ikimizi böyle söyletmiş. Said} bir an evvel bu isyankârların, kadir-nâşinasların elinden
yakayı kurtarmaya çalışır vaziyette, sür'atle elimizden gitmektedir.
Barla – 221
Sultan-ı Ezelî'nin ziyafetine davet edilmiş bir surette
akşama yakın "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı
ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete
karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak
etmeyen insanlar insan ismine lâyık mıdırlar?
Mektubat – 399
Altıncı
Nükte:
Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur'an-ı
Hakîm'in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'an-ı Hakîm'in en
mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Kur'an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş; o Kur'anın zaman-ı
nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı
Şerifte nefsin hâcat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ve
şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'anı yeni
nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği
ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi
dinlemek, belki Hazret-i Cebrail'den, belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor
gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına
dinlettirmek ve Kur'anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Mektubat –
401
Güya her demde, her yerde taze nâzil
oluyor o Kelâm-ı Rahmanî.
Sözler - 734
Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar
ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcat-ı
süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle
melekiyet vaziyetine benzemek
Mektubat – 401
Bu şartları yerine getirip, derecesi ve terakkiyatı nisbetinde;
bir surette o Kur'anı yeni nâzil
oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı
nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi
dinlemek, belki Hazret-i Cebrail'den, belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor
gibi bir kudsî halete mazhar olur.
Ve kendisi tercümanlık edip
başkasına dinlettirmek ve Kur'anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Mektubat –
401
İbadet, fikirleri Sâni'-i Hakîm'e
çevirttirmek içindir.
İşarat-ül
İ'caz – 84
Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi; insan, şecere-i
hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi' ve umuma bakar ve
umumun cihetü'l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü
kesrete, fenaya, dünyaya bakan bir mahluktur.
Ubudiyet ise, onun yüzünü fenadan bekaya,
halktan Hakk'a, kesretten vahdete, müntehadan mebde'e çeviren bir hayt-ı
vuslat, yahut mebde' ve münteha ortasında bir nokta-i ittisaldir.
Sözler – 363
Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne
geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin
kûşelerinde o Kur'anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara
işittiriyorlar. Her Ramazan
ﺷَﻬْﺮُ ﺭَﻣَﻀَﺎﻥَ ﺍﻟَّﺬِٓﻯ ﺍُﻧْﺰِﻝَ ﻓِﻴﻪِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍٰﻥُ
âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan, Kur'an ayı olduğunu isbat ediyor. O cemaat-i uzmanın
sair efradları, bazıları huşu' ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi
kendine okurlar. Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin
hevesatına tâbi' olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar
çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle
de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i
İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.
Mektubat – 401
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)
Üstad-ı Âlîşanım Efendim Hazretleri!
Onbir nükteyi hâvi Mirkatü's-Sünne'yi istinsaha muvaffak
oldum. Bu ziyadar Lem'a şu zamanda şirk ile imanın ve kötü ile iyinin temyiz ve
tefriki için öyle bir cevher mihenk ki, memduhu gibi gözler hakikatını görmekte
ve akıl hakikatına ermekte hayran ve âcizdirler. Zâten şu zamanın pek şiddetli
zulümatını yırtacak, zıddının pek fevkinde bir nur-u lâyezalî, Cenab-ı Hakk'ın
rahmetinden ümid edilirdi.
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠّٰﻪِ ﻫٰﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ
O nur, bilfiil Risale-i Nur'da nebean ettiği, her aklı
başında olanlarca görülüyor. Değil böyle en büyük bir hakikatı izah ve tefsir
eden bir risale, hattâ bir ferdi ikaz için yazılan bir mektubun bile, her meşrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor.
Ey aziz Üstad! Bizler nasıl şükretmeyelim, nasıl minnettar
olmayalım ki, Cenab-ı Hak şiddetli muhtaç olduğumuz dünyanın o koca güneşi
gibi, Kur'an güneşinin hakikî bir müfessirine bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü
selâm olmasın ki, ol Hazret-i Sipeh-sâlâr-ı Enbiya olan Şah-ı Levlâke ki,
bizlerin görmez gözlerimizi nuruyla şu'ledar edip, tarîk-ı müstakime sevk
eyledi. Nasıl duagû olmayalım, ol Hazret-i Dellâl-ı
Kur'an'a ki, isyanımıza bakıp, bizleri halka-i irşadından hariç ve hal-i
aslîmizde bırakmadı ve inşâallah iki cihanda da bırakmayacaktır.
Sevgili Üstad! Her iki parçayı istinsah ederken kalbime
geldi ki, asıllarını taklid etmeyeyim. Zira üzerlerinde zahir olan ezhar-ı
tevafuku, cilve-i bedayi' başka tarzda kendini nasıl gösterecek dedim. Ve
takdim-i âcizanem olan iki nüshadaki san'at-ı bedîa, akıl ve istidad-ı beşerden
pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i
kasdî ile zuhur ettiğini gösteriyor. Ve şu zamanın akıldan uzak eblehlerine
manen diyorlar ki; bizim halen üzerimizde tecelli eden cilve-i cemali,
aklınızla ölçemezsiniz, yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.
Evet baharda zeminin yüzünde san'at-ı Rabbaniye ile her
tarafta sündüsmisal çiçeklerin açılmaları; cüz'î şuuru olan kimse, bir kàdir-i mutlak
olan Zât-ı Zülcelal'den başkasına veremez. Öyle de, risaleler umumiyetle Kur'an
ömrünün asırlar, senelerinden ondördüncü asır nevruz-u sultanî misillü bir
baharı taşıyorlar. Arı kadar aklı olan, bu baharda bu
çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basirete
ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherire atana ne denir? Heyhat! Kendine
zîşuur ve ehl-i fikir ve ehl-i basiret süsü verenlere...
Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur'anî elmaslar ile, o
koca baharın mübeşşirisin. "Cenab-ı Hak, maksud ve muradınıza nâil
buyursun. Âmîn!" duasıyla dest ü dâmen-i muallâlarını öperim Efendim
Hazretleri.
Fakir Talebeniz Ali
Barla – 241
Arı kadar aklı olan, bu baharda bu
çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basirete
ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherire atana ne denir? Heyhat! Kendine
zîşuur ve ehl-i fikir ve ehl-i basiret süsü verenlere...
Barla - 242
Öyle kanaat ve imanım var ki, sizin nur ve hakikat fışkıran
Sözleriniz, Kur'an-ı Hakîm'den muktebes tefsiridir.
Takdir, tahsin, medih ve sitayiş etmeyen ve muhabbet ve merbutiyet beslemeyen
insan değildir ve daha doğrusu merdud-u İlahî ve Peygamberî olanlardır. Cenab-ı
Hâlık-ı Lemyezel Hazretleri bu gibilere de tarîk-ı hakkı nasîbedar eylesin.
Âmîn bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselîn.
Barla - 237