Ahlâkta ve Hayatta Zulmetli Bir Anarşilik ve Zulümlü Bir Dinsizlik
ALTINCI MES'ELE:
Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonraﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ ﻭَ ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ
ﺍٰﺧِﺮِ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥِ
vird-i ümmet olmuş.
Allahu
a'lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine
çeker, meftun eder.
İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler.
Meselâ; Rusya'da
hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini
göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan
çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe
sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar.
İşte dans
ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer
cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder.
Yoksa cebr-i mutlak
ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.
Şualar – 584
BİRİNCİ MES'ELE:
Rivayetlerde
Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a "Mesih" namı verildiği gibi, her iki
Deccal'a dahi "Mesih" namı verilmiş ve bütün rivayetlerde
ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟْﻤَﺴِﻴﺢِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ ﻣِﻦْ
ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟْﻤَﺴِﻴﺢِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ
denilmiş.
Bunun hikmeti ve
tevili nedir?
Elcevab:
Allahu a'lem bunun
hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede
bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş.
Aynen öyle
de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını
kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak,
anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder.
Ve İslâm
Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım
ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmağa çalışarak hayat-ı
beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem
nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer;
hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir
serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe
meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt
altına alınamaz.
Şualar – 593
Nifak
perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i
nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine
çalışacaktır.
Ona karşı Âl-i
Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin
başına geçecek Âl-i Beyt'ten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi
öldürüp dağıtacaktır.
Mektubat - 56
Evet kardeşlerim; bu
zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde,
hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak
gerektir.
ﻳَﺴْﺘَﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴَﺎﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻋَﻠَﻰ
ﺍﻟْﺎٰﺧِﺮَﺓِ
âyetinin sırr-ı
işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde,
dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir
elmasa, bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör
hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman safi
lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir.
O musibet sırrıyla, hakikî mü'minler dahi bazan ehl-i dalalete tarafdar
olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar.
Cenab-ı Hak ehl-i
imanı ve Risale-i Nur şakirdlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin,
âmîn.
Kastamonu – 197
Evet hürriyetçilerin
ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik
göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti
gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene
sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i
diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.
Emirdağ-1 – 21
Hem herbir şehir
kendi ahalisine geniş bir hanedir.
Eğer
iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan
ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî
yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak
gibi haller meydan alır.
Zahirî
asayiş ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı
şehriye zehirlenir.
Çocuklar haylazlığa,
gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar.
Buna kıyasen,
memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.
Eğer
iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî
merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve
riyasız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa
başlarlar.
Şualar – 227
ÜÇÜNCÜ ÂYET:
ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻳَﺴْﺘَﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴَﺎﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ
ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺎٰﺧِﺮَﺓِ ﻭَﻳَﺼُﺪُّﻭﻥَ ﻋَﻦْ ﺳَﺒِﻴﻞِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﻳَﺒْﻐُﻮﻧَﻬَﺎ ﻋِﻮَﺟًﺎ ﺍُﻭﻟٰٓﺌِﻚَ
ﻓِﻰ ﺿَﻠﺎَﻝٍ ﺑَﻌِﻴﺪٍ
Bu dahi, üç
cümlesiyle bazı münasebat-ı maneviye ve muvafakat-ı mefhumiye cihetinde ve hem
Risale-i Nur'un mesleğine, hem mülhidlerin mesleğine îmaen bakar.
Ve birinci
cümlesiyle der ki: "O bedbahtlar, bazı ehl-i
imanın (imanları beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam
bildikleri halde) onlara iltihak delaletiyle, bilerek ve severek hayat-ı
dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık
şişeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidane
tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler." Bu cümlenin bu asra bir
hususiyeti var.
Çünki
hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş.
Sair
asırlarda o ehl-i dalalet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor.
Elması
elmas bilmiyor, dünyayı tercih ediyor.
Ve ikinci cümlesi
olan
ﻭَ ﻳَﺼُﺪُّﻭﻥَ ﻋَﻦْ ﺳَﺒِﻴﻞِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ
ile der ki: "O
bedbahtların dalaleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neş'et ettiği için
kendi halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar.
Bildikleri ve onun
ile ecdadları bağlı olan dine adavetkârane, menbalarını kurutmak ve esasatını
bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar."
Ve üçüncü cümlesi
olan
ﻭَ ﻳَﺒْﻐُﻮﻧَﻬَﺎ ﻋِﻮَﺟًﺎ
ile der ki: "Onların
dalaleti fenden, felsefeden geldiği için acib bir gurur ve garib bir firavunluk
ve dehşetli bir enaniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki, kâinatı
idare eden İlahî kanunların şuâlarını ve insan âleminde o hakaikin düsturlarını
süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına müsaid görmediklerinden (hâşâ! hâşâ!)
eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar."
İşte bu âyet, üç
cümlesiyle manen bu asırda acib bir taife-i dâlleye
tam bir tevafuk-u manevî ile mana-yı işarîsiyle çok efradı içinde hususî
baktığı gibi, tevafuk-u cifrîsiyle dahi başlarına parmak basıyor.
Şualar – 724
İkinci Mes'ele:
Otuzbirinci âyetin
işaretinin beyanında,
ﻳَﺴْﺘَﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴٰﻮﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ
bahsinde denilmiş
ki: Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye
bilerek tercih ettiriyor.
Yani kırılacak bir
cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne
geçmiş.
Ben bundan çok
hayret ediyordum.
Bugünlerde ihtar
edildi ki:
Nasıl bir uzv-u
insanî hastalansa, yaralansa sair a'zâ vazifelerini kısmen bırakıp onun
imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i
hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye,
çok esbab ile yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye
başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor.
Hem nasılki bir
cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve
serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o
cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirak ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı
içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet
almış ki; insanın ulvî latîfelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin
arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Evet hayat-ı
dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u
uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var.
Fakat yalnız bir
ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez,
ruhsat yoktur.
Halbuki bu
asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi
bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terkeder.
Evet
insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve
iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u
zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i
hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı
dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna
bir hâcat-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor.
Bu acib asrın bu
acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın
tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin,
sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler.
Öyle ise, her şeyden
evvel onun dairesine girmeli.
Sadakatla,
tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib
hastalığın tesirinden kurtulsun.
Kastamonu – 104
Bu hasta ve gaddar
ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir
kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur
olduğunu kırkbin şahid vardır.
Demek Risale-i
Nur'un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.
Evet
ﻳَﺴْﺘَﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴٰﻮﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻋَﻠَﻰ
ﺍﻟْﺎٰﺧِﺮَﺓِ
işaretiyle bu asır,
hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâm'a da bilerek severek tercih
ettirdi.
Kastamonu – 110
Hayat-ı içtimaiyeyi
idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde
gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli
neticeler veriyor.
Cenab-ı
Hakk'a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde
mukavemet ediyor, tamir ediyor.
Sedd-i
Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı
Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'anînin tezelzülüyle Ye'cüc ve Me'cüc'den
daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir
dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
Risale-i Nur'un
şakirdleri, böyle bir hâdisede manevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı
Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve a'mal-i sâlihaya medar olur.
Kastamonu – 149
(Risale-i Nur, ahlakta bu tâmiratı, Sünnet-i Seniyyeyi tâlim ederek yapıyor. Çünkü;)
Evet madem
dost ve düşmanın ittifakıyla, Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) mehasin-i ahlâkın en
yüksek mertebelerine mazhardır.
Ve madem bil'ittifak
nev'-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir.
Ve madem binler
mu'cizatın delaletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının
şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'an-ı Hakîm'in hakaikının
tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.
Ve madem semere-i
ittibaıyla milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki edip saadet-i
dâreyne vâsıl olmuşlardır.
Elbette o
zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel numunelerdir ve takib
edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem
kanunlardır.
Bahtiyar odur ki, bu
ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola.
Sünnete ittiba
etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i
azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.
İkinci Mes'ele:
Cenab-ı Hak Kur'an-ı
Hakîm'de: ﻭَﺍِﻧَّﻚَ ﻟَﻌَﻠٰﻰ ﺧُﻠُﻖٍ ﻋَﻈِﻴﻢٍ ferman eder.
Rivayat-ı sahiha ile
Hazret-i Âişe-i Sıddıka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber
Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tarif ettikleri zaman
"Hulukuhu'l-Kur'an" diye tarif ediyorlardı.
Yani:
"Kur'anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm'dır.
Ve o
mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan
odur."
İşte böyle bir zâtın
ef'al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi, nev'-i
beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve
ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek
isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.
Lemalar – 59
Yol ikidir: Ya sükût
etmektir.
Çünki söylenilen her
sözün doğru olması lâzımdır.
Veya sıdktır.
Çünki İslâmiyetin
esası, sıdktır.
İmanın hâssası,
sıdktır.
Bütün kemalâta îsal
edici, sıdktır.
Ahlâk-ı
âliyenin hayatı, sıdktır.
Terakkiyatın mihveri
sıdktır.
Âlem-i İslâm'ın
nizamı, sıdktır.
Nev'-i beşeri
kâ'be-i kemalâta îsal eden, sıdktır.
Ashab-ı Kiram'ı
bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır.
Muhammed-i
Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran,
sıdktır.
İşarat-ül İ'caz – 82
Hem de İslâmiyet
milliyeti denilen mazi derelerinde ve hal sahralarında ve istikbal dağlarında
hayme-nişin olan ve Salahaddin-i Eyyübî ve Celaleddin-i Harzemşah ve Sultan
Selim ve Barbaros Hayreddin ve Rüstem-i Zâl gibi ecdadlarınızdan emsalleri gibi
dâhî kahramanlar ile bir çadırda oturan bir aile gibi herkesi başkasının
haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve hayat-ı ulviyenin enmuzeci olan
İslâmiyet milliyeti size emr-i kat'î ile emrediyor ki:
Tâ her biriniz umum
İslâmın ma'kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum millet-i İslâmın ferdî bir
misal-i müşahhası olunuz.
Zira maksadın
büyümesiyle himmet de büyür.
Ve
hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teali eder.
Divan-ı Örfi – 52
Bedîüzzaman
Bergson "Ahlâkla dinin iki kaynağı" adlı son kitablarından birisinde; bilhâssa ahlâkın, bir insan cem'iyetinde alçalmış vak'a derekesinden ulvî mefkûre seviyesine, ancak dindar ve temiz şahsiyetler sayesinde yükselebileceğini kaydeder.Bu görüş, insanlık
ve müslümanlık tarihinde sayısız örneklerle her zaman tahakkuk eylemiştir.
Zâten psikoloji
ilmine dayanan terbiye san'atı, -an'anevî yollarında- bu umdeye tutunduğu ve yeni bir istikamet verilecek nesilleri bu kabîl örnek
insanları taklide sevkettiği nisbette, bizden evvelki devirlerde, bizden
çok mes'ud insanlar yetiştirmiştir.
Bedîüzzaman,
hangi cem'iyette ve hangi devirde yaşarsa yaşasın, işte bu işaret ettiğimiz
örnek insan vasıflarını muhafaza eden temiz ve müstesna şahsiyetlerden
birisidir.
Tarihçe-i Hayat –
640
Kıymetli kardeşlerim!
İslâm tarihinde,
altın sahifelerde mevkileri bulunan, büyük ve nazirsiz zâtlar meydana
gelmiştir. O misilsiz zâtların tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalı
feylesofun eseriyle kabil-i kıyas olmayacak derecede emsalsizdir.
O büyük İslâm
müellifleri ve İslâm dâhîleri, herhangi bir hükûmetin, senelerce ağır bir
esaret ve koyu bir istibdadı tahtında olmaksızın, Kur'an ve İslâmiyet'e
hakkıyla ve hâlis bir surette hizmet etmişlerdi.
Tarihte eşine rastlanmayan
bir istibdad-ı mutlak ve eşedd-i zulüm altında ve dehşetli bir esaret içinde
bırakılan ve kendini ve eserlerini imha etmeye çalışan din düşmanlarına
mukabil, bir şahs-ı manevî olan Bedîüzzaman Said Nursî, Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimizin sünnetine tam ittiba'
ederek yaptığı dinî cihad-ı ekberinde, beşer tarihinde misli görülmemiş
bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur.
Bedîüzzaman gibi,
yüzotuz parça imanî eserlerini şiddetli bir istibdad, tazyikat ve takyidat
altında, gizliden gizliye te'lif edebilmek, hem kuvvetli bir takva ve ubudiyete
sahib olmak ve hem bunlarla beraber, harb cephesinde de fedai olarak gönüllü
askerleriyle muharebe etmiş olmak ve harb cephesinde, avcı hattında dahi,
fırsat buldukça Kur'anın en ince nüktelerini ve hârika i'cazını beyan eden bir
Kur'an tefsiri te'lif etmiş olmak ve aynı zamanda nefs mücadelesinde de galib
olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti gasbedilerek, ücra bir köye
sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassudlar ve her türlü azablar içinde
ablukaya alınıp, Engizisyon zulümlerini çok geride bırakan hâkim bir kuvvetin
tazyikatı altında, câni canavarların pek vahşi işkenceleri içinde, (Sırran
tenevverat) sırrıyla perde altında Risale-i Nur eserleri gibi eserler neşretmek
ve böylece cihanın maddî manevî "Fâtih"i olan
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnet-i seniyesinin bir hizmetkârı
olarak, bugün milyonlara baliğ olan bir câmiayı, inayet-i İlahî ile,
Kur'an-ı Hakîm'in cadde-i kübrasında selâmetle ilerletmek ve mü'minlerin ve
beşeriyetin sadece dünyalarını değil, ebedî saadetlerini temine Risale-i Nur
gibi bir eserle vesile olmak; bu mezkûr hususiyetlerin manevî şahsında
toplanması, Risale-i Nur müellifi Bedîüzzaman Said Nursî gibi, tarihte hangi
bir zâta daha nasîb olmuştur acaba?
Evet kardeşlerim!
Risale-i
Nur, öyle bir ziya-i hakikat, öyle bir bürhan-ı hak ve bir sirac-ı hakikat
neşrediyor ve iki cihanın saadetini temin edecek, Kur'an ve iman hakikatlarını
ders veriyor ve öyle bir lütf-u İlahîdir ki: Yirmibeş seneden beri, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-erkek, muallimi,
feylesofu, talebesi, âlimi, mutasavvıfı gibi, herbir tabaka-i insaniye, bu
Nur'un âşıkı, bu Nur'un pervanesi, bu Nur'un meclubu, bu Nur'un muhibbi
olmuşlar; bu Nur'a koşmuşlar, bu Nur'un sinesine atılmışlar, bu Nur'dan meded
istemişler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir kitle, bu
Nur'la nurlanıp, bu Nur'la kurtulmuşlardır.
Evet kardeşlerim!
Mahzen-i
mu'cizat ve mu'cize-i kübra olan Kur'an-ı Azîmüşşan'ın hakikî bir tefsiri olan
Risale-i Nur, o kadar merakâver, o kadar cazibedar, o kadar dehşetli ve muazzam
hakikatları ders veriyor ve mesaili isbat ediyor ki; iman ve İslâmiyet'in
kıt'alar genişliğinde inkişaf ve fütuhatına medar oluyor ve olacaktır.
Sözler – 769
Evet, ben de birçok
Nur talebeleri gibi hakikî Türklüğe ve İslâmiyete yaraşan ve tarihî bir şeref
ve faziletimiz olan terbiye-i medeniye-i diniyeyi ve millî bir şiar olan ahlâk-ı Kur'aniyeyi öğrenerek vatan ve millete faideli
bir uzuv olmak ve yabancı ideolojilerin tesiratından korunarak din ve imanımı
muhafaza ve öğrenmek kasdıyla Nur Risalelerini tedarik ederek okumağa başladım.
Ecdadımızın
tarihlere şan salıp nam veren ahlâk ve şerefini pây-mâl eden sefahet ve
rezaletin ve ahlâk-ı seyyienin cem'iyet hayatını zehirlediği ve kötü ahlâk
sahiblerini dahi iğrendirecek derecede sokaklara kadar sardığı ve efkâr-ı
âmmeyi telaşa düşürdüğü ve her sınıf ailenin ocağı başında dedikodu mevzuu
olduğu ve efkâr-ı âmmenin bir dili mahiyetindeki gazete ve mecmuaların ahlâk
zabıtası haberleri şeklinde ve muhtelif mevzulardaki tenkidlerine sebeb olan bu
elîm ahvalin pek sür'atle genişlediği ve âdeta umumîleşmek istidadını
gösterdiği bir devrede; düştüğüm ahlâksızlık uçurumundan dinî, ahlâkî, içtimaî,
edebî dersleriyle, her müslim okuyucusunu kurtardığı gibi beni de kurtaran
Risale-i Nur Külliyatını okumak ve benim bu eserleri okuduğumu bilen ve işiten
vatandaşlarımın tehzib-i ahlâk etmek için benden musırrane istemeleri üzerine
onlara risale vermek ve dolayısıyla serserileşmiş ve serserileşmek ve vatan ve
millete muzır bir hale gelmek istidadını gösteren ferdleri bu risalelerle, bu
Nurların müessir telkinatlarıyla kurtarıp beşeriyete faideli birer insan
olmalarına hâdim ve vesile olan ve memleketimizde de sirayeti ve salgını
görülen ve bütün dünyayı titreten kızıl veba komünizm tehlikesine karşı dinî ve
müessir telkinatı bakımından manevî bir mücahid olan Bedîüzzaman takdir ve
tebcile lâyık, kudsî ve manevî mücahedesinin nurlu ve müessir silâhı olan ve
yirmi senede yirmibin ve belki çok fazla adamı vatan ve millete faideli bir
hale sokmağa vesile olan Nur Risalelerini okutmak ne derece şahsım için bir suç
mevzuu ve müellif-i muhteremi için sebeb-i itham olabilir?
Vicdanınıza
soruyorum.
Şualar - 568