O Seni Senden Daha Ziyade Düşünür
ﺍَﺣْﺴَﻦَ ﻛُﻞَّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺧَﻠَﻘَﻪُ
âyetinin bir sırrını
izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde,
hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır.
Evet
kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir.
Veya
neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir.
Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.
Ezcümle:
Bahar mevsiminde
fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve
muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı,
hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı
olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar
çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle
beraber, o kış perdesi altında nâzenin taze güzel bir bahara yer ihzar
etmektir.
Fırtına,
zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî
çiçeklerin inkişafı vardır.
Tohumlar
gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen
hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir.
Güya
umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur.
Fakat
insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle
hükmeder.
Hodgâmlık
cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna
hükmeder.
Halbuki
eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâni'inin esmasına aid binlerdir.
Meselâ: Kudret-i
Fâtıranın büyük mu'cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız
telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar.
Meselâ: Atmaca kuşu
serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun
istidadı, o taslit ile inkişaf eder.
Meselâ: Kar'ı, pek
bâridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o
kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif
edilmez.
Sözler – 231
Eğer desen: "Birinci Mebhas'ta isbat ettin ki: Kaderin herşeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır, çirkinlik de güzeldir. Halbuki şu dâr-ı dünyadaki musibetler, beliyyeler, o hükmü cerhediyor."
Elcevab:
Ey şiddet-i
şefkatten şedid bir elemi hisseden nefsim ve arkadaşım! Vücud, hayr-ı mahz;
adem, şerr-i mahz olduğuna; bütün mehasin ve kemalâtın vücuda rücuu ve bütün
maasi ve mesaib ve nekaisin esası adem olduğu, delildir. Madem adem şerr-i
mahzdır. Ademe müncer olan veya ademi işmam eden hâlât dahi şerri tazammun
eder.
Onun
için, vücudun en parlak nuru olan hayat, ahval-i muhtelife içinde yuvarlanıp
kuvvet buluyor.
Mütebayin
vaziyetlere girip tasaffi ediyor ve müteaddid keyfiyatı alıp, matlub semeratı
veriyor ve müteaddid tavırlara girip, Vâhib-i Hayat'ın nukuş-u esmasını güzelce
gösterir.
İşte şu
hakikattandır ki, zîhayatlara âlâm ve mesaib ve meşakkat ve beliyyat suretinde
bazı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envâr-ı vücud teceddüd edip zulümat-ı
adem tebâud ederek hayatları tasaffi ediyor.
Zira tevakkuf,
sükûnet, sükût, atalet, istirahat, yeknesaklık; keyfiyatta ve ahvalde birer
ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklık içinde hiçe iner.
Elhasıl:
Madem
hayat, esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir.
Hayatın
başına gelen herşey hasendir.
Meselâ: Gayet
zengin, nihayet derecede san'atkâr ve çok san'atlarda mahir bir zât; âsâr-ı
san'atını, hem kıymetdar servetini göstermek için âdi bir miskin adamı,
modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil bir saatte murassa',
musanna' yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir,
tebdil eder. Hem her nevi san'atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır,
kısaltır.
Acaba şu ücretli
miskin adam o zâta dese: "Bana zahmet veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet
veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi
bozuyorsun" demeğe hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık
ettin" diyebilir mi?
İşte
onun gibi Sâni'-i Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb
gibi havâs ve letaif ile murassa' olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i
hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde
değiştirir.
Elemler,
musibetler nev'inde olan keyfiyat; bazı esmasının
ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet içinde bazı şuâat-ı rahmet ve o
şuâat-ı rahmet içinde latîf güzellikler vardır.
Sözler – 472
* zîhayatlara âlâm ve mesaib ve meşakkat ve beliyyat suretinde bazı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envâr-ı vücud teceddüd edip zulümat-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffi ediyor.
Sözler – 472
* Sâni'-i
Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havâs ve letaif
ile murassa' olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât
içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir.
Sözler – 472
Yirmialtıncı Söz'de
sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musibet ve
hastalıklarda insanların şekvaya üç vecihle hakları yoktur.
Birinci Vecih:
Cenab-ı
Hak, insana giydirdiği vücud libasını san'atına mazhar ediyor. İnsanı bir model
yapmış, o vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir
eder; muhtelif esmasının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi,
Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor. Ve hâkeza...
ﻣَﺎﻟِﻚُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚِ ﻳَﺘَﺼَﺮَّﻑُ ﻓِﻰ ﻣُﻠْﻜِﻪِ
ﻛَﻴْﻒَ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ
İkinci Vecih:
Hayat
musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki
eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı
mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.
Üçüncü Vecih:
Şu dâr-ı dünya,
meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri
değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i
ubudiyettir; hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o
hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve
herbir saati, birgün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek
gerektir.
Evet ibadet iki
kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî.
Müsbet kısmı
malûmdur.
Menfî
kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za'fını ve aczini hissedip
Rabb-i Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir
ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, hâlistir.
Eğer
sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün
ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki,
bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer.
Hattâ bir âhiret
kardeşim, Muhacir Hâfız Ahmed isminde bir zâtın müdhiş bir hastalığına ziyade
merak ettim. Kalbime ihtar edildi: "Onu tebrik et. Herbir dakikası birgün
ibadet hükmüne geçiyor." Zâten o zât sabır içinde şükrediyordu.
Lemalar – 9
Fakat
insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle
hükmeder.
Hodgâmlık
cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna
hükmeder.
Sözler – 232
(Bitkileri budamak veya hasta olmuş çocuğa şırınga yapmak zahiren şer gözüküyor. Halbuki;)
DÖRDÜNCÜ DEVA:
İnsan, hastalıktan
şekva değil, hastalığa sabretmesi lâzım olduğunu gösterir.
Çünki o, cihazatını
kendi yapmayıp ve başka bir yerden de satın almadığından; ve mülk sahibi, bahçesini çapalamak, bellemek ve budamak gibi
ezalarla, o sayede güzel bir mahsul aldığından; o eza, o bağın hakkında eza
değil, belki mahsulünün yetişmesine medar olduğundan, şikayete hiç hakkı
olmadığını gösterdiği gibi; insanın da, hastalıkla yapılan
tasarruftan şikayet değil, tahammüle mecbur olduğunu, şiddetli olduğu zaman
"Yâ Sabûr" deyip, sabır ile mukavemet edileceğini haber veriyor.
Lemalar – 412
belki
mahsulünün yetişmesine medar olduğundan,
Lemalar – 412
(O mahsuller nelerdir;)
* o hâlât ile hayatlarına
envâr-ı vücud teceddüd
edip zulümat-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffi ediyor.
Sözler – 472
* Sâni'-i
Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havâs ve letaif
ile murassa' olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât
içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir.
Sözler – 472
* Eğer
sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün
ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki,
bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer.
Lemalar – 10
DÖRDÜNCÜ DEVA:
Ey şekvacı hasta!
Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır.
Çünki senin vücudun
ve a'zâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka
tezgâhlardan satın almamışsın.
Demek
başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
Yirmialtıncı Söz'de
denildiği gibi, meselâ gayet zengin, gayet mahir bir san'atkâr; güzel
san'atını, kıymetdar servetini göstermek için, miskin bir adama modellik
vazifesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda,
murassa' ve gayet san'atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir.
Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Hârika enva'-ı san'atını göstermek için
keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır.
Acaba şu ücretli
miskin adam, o zâta dese: "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla
verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği
kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun" demeye hak kazanabilir mi?
Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir mi?
İşte
aynen bu misal gibi, Sâni'-i Zülcelal sana ey hasta! Göz, kulak, akıl, kalb
gibi nuranî duygularla murassa' olarak giydirdiği cisim gömleğini, esma-i
hüsnasının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok
vaziyetlerde seni değiştirir.
Sen
açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil.
Elemler,
musibetler bir kısım esmasının ahkâmını gösterdikleri için, onlarda hikmetten
lem'alar ve rahmetten şuâlar ve o şuâat içinde çok güzellikler bulunuyor.
Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında,
sevimli güzel manaları bulursun.
Lemalar – 207
esma-i
hüsnasının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok
vaziyetlerde seni değiştirir.
Lemalar – 207
Yirmialtıncı Söz'ün
hâtimelerinde denildiği gibi; nasılki bir mahir san'atkâr kıymetdar bir
elbiseyi murassa' ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı lâyık olduğu
bir ücrete mukabil model yaparak kendi san'at ve maharetini göstermek için; o
elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da
oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir. Şu miskin adamın hiçbir hakkı var
mıdır ki, o san'atkâra desin: "Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip
tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp oturtup, meşakkatle benim
istirahatımı bozuyorsun?"
Aynen öyle de: Sâni'-i Zülcelal herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer
model ittihaz ederek ve nukuş-u esmasıyla kemalât-ı san'atını göstermek için;
herbir şey'e hususan zîhayata, duygularla murassa' bir vücud libasını
giydirerek, üstünde kalem-i kaza ve kaderle nakışlar yapar; cilve-i esmasını
gösterir.
Herbir mevcuda dahi,
ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak; bir kemal, bir lezzet, bir feyz veriyor.
ﻣَﺎﻟِﻚُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚِ ﻳَﺘَﺼَﺮَّﻑُ ﻓِﻰ ﻣُﻠْﻜِﻪِ
ﻛَﻴْﻒَ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ
sırrına mazhar olan
o Sâni'-i Zülcelal'e karşı hiçbir şey'in hakkı var mıdır ki, desin: "Bana
zahmet veriyorsun. Benim istirahatımı bozuyorsun." Hâşâ!
Evet mevcudatın
hiçbir cihette Vâcibü'l-Vücud'a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler;
belki hakları, daima şükür ve hamd ile, verdiği vücud mertebelerinin hakkını
eda etmektir.
Mektubat – 284
herbir şey'e hususan zîhayata, duygularla murassa' bir vücud libasını
giydirerek, üstünde kalem-i
kaza ve kaderle nakışlar yapar; cilve-i esmasını gösterir.
Mektubat – 285
ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ:
Cenab-ı Hak
musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ
hayvanlara bu zulüm değil mi?
Elcevab:
Hâşâ! Mülk Onundur.
Mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
Hem acaba: San'atkâr
bir zât, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet san'atkârane yaptığı
murassa' bir libası sana giydiriyor, hünerini, maharetini göstermek için
kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor.. seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona
diyebilir misin ki: "Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana,
oturtup kaldırmakla zahmet verdin"? Elbette diyemezsin. Dersen, divanelik
edersin.
Aynen öyle de:
Sâni'-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa' gayet san'atkârane
bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının
nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder,
susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek
ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor.
Sen eğer desen:
"Beni ne için bu mesaibe mübtela ediyorsun?" Temsilde işaret edildiği
gibi, yüz hikmet seni susturacak. Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık,
tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat,
harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder.
Hayat
cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur,
inkişaf eder, inbisat eder,
kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder,
ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.
Mektubat – 44
Mütenevvi
esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder,
tok eder, susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi
kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda
gezdiriyor.
Mektubat – 45
Hayat
cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur,
inkişaf eder, inbisat eder,
Mektubat – 45
YİRMİDÖRDÜNCÜ DEVA:
Ey masum hasta
çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta
bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayret ile
o ticareti kazanınız.
Masum
çocukların hastalıklarını, o nazik vücudlara bir idman, bir riyazet ve ileride
dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i
Rabbaniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı
ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffaretü'z-zünub
yerine, manevî ve ileride veyahud âhirette terakkiyat-ı maneviyesine medar şırıngalar
nev'indeki hastalıklardan gelen sevab, peder ve vâlidelerinin defter-i a'maline, bilhâssa sırr-ı şefkatle
çocuğun sıhhatını kendi sıhhatına tercih eden vâlidesinin sahife-i hasenatına
girdiği, ehl-i hakikatça sabittir.
Lemalar – 219
Fırtına,
zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî
çiçeklerin inkişafı vardır.
Tohumlar
gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen
hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir.
Güya
umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur.
Sözler – 231
bir
şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi,
Lemalar – 219
DÖRDÜNCÜ KELİME:
ﻟَﻪُ
ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ Yani: Mülk umumen onundur. Sen, hem
onun mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.
Şu kelime,
şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik
sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza
edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin.
Öyle ise
beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr'dir, hem Rahîm'dir; kudretine istinad et,
rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.
Hem der
ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve
ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm'in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını değil, safasını çek.
O hem
Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.
Dehşet
aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevlâ
görelim neyler, neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Mektubat – 224
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Mer'ayı tecavüz
eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun,
lisan-ı haliyle:
"Biz çobanın
emri altındayız. O bizden daha ziyade faidemizi düşünür. Madem onun rızası
yoktur, dönelim." diye kendisi döner, sürü de döner.
Ey nefis! Sen o
koyundan fazla âsi ve dâll değilsin.
Kaderden
sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman,
ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠّٰﻪِ ﻭَ ﺍِﻧَّﺎ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ
söyle
ve Merci-i Hakikî'ye dön, imana gel, mükedder olma.
O seni
senden daha ziyade düşünür.
Mesnevi-i Nuriye –
120
O seni
senden daha ziyade düşünür.
Mesnevi-i Nuriye –
120